CMT
İlk insanlar beslenebilmek için ellerinde mızrak bütün gün av peşinde koşuyorlardı…bu fotoğrafta da bir H. Balkanus‘u görüyoruz. O jelle beslenip keyif için koşuyor. İlk olamadı ama ilkel, insani duygular bağlamında…

Geçen sene 35 kilometrelik kısa parkurunu koşmuştum ve bu yıl aslında takvimimde Kapadokya’da koşmak yoktu. Ağustos sonu, bir akşam Koç Healthcare Atletizm takımı ile Bağlarbaşı korusunda antrenman sonrası yemek yiyip sohbet  ederken, Halis Karademir, ‘Kapadokya kayıtları kapandı galiba, tüh ben de kayıt olacaktım’ dedi. Yolda aklıma takıldı, detaycı kişilik, sanki kayıtların son tarihi daha geç olmalıydı derken eve vardığımda kontrol ettim ve halen devam ediyordu. O an bir şey dürttü, kedim Yuki olabilir; Likya Yolu Ultra Maratonu’nda parkur değişikliği ilan edildikten sonra kategori düşürmüştüm (55K’dan 35K’ya) ve onun için yaptığım antrenmanı başka bir parkurda değerlendirmek istedim. O an çok mantıklı geldi. Gerçekten de sadece o an mantıklıymış. Hemen ucuzabilet.com adresine girip uçak biletlerine baktım, oh ne güzel ucuz hobiniz var diyenler tabi bilmiyor masraflarımızı, bütçe önemli. Sene başında 700’leri gören biletler, 200 küsürlerde olmasın mı? Aha, evrensel işaret! Kainat da benim orada koşmamı istiyor, ya da fiyat/denge konusuna önem veren eski macırım (doğrusu muhacır).  Hemen, sene başında bir talihsizlik sonucu İznik Ultra yarışını bırakıp koşu motivasyonunu kaybeden sayıların dahi çocuğu Cenk Bayraktar’ı aradım. Cengo koşalım mı? ‘Sen git beni düşünme yiğenim’ dedi. Ya da ona benzer bir şey. Hemen kaydımı oldum, uçak biletimi aldım, hotel rezervasyonumu yaptım. Geçen sene de konakladığım Asia Minor Hotel bu yıl organizasyon şirketi ile anlaşmış. Koşu fuar ve başlangıç alanına çok yakın olduğu  ve geçen sene de önemli denilebilecek bir olumsuzluk yaşamadığım için yine orayı tercih ettim. Sakin, sessiz, huzurlu bir yer ama bazı odalarda garip bir koku var. Onu bastırmak için otomatik oda parfümü kullanıyorlar, belirli aralıklarla pıs diye bir ses geliyor.

29 Eylül Cumartesi günü LYUM 35K Babadağ koşusunu, sağ ayak bileğimdeki kronik ağrıyı dinleyerek fazla zorlamadan bitirdim ve hemen ertesi günü toparlanma sürecine girdim çünkü CMT için sadece 20 gün vardı. Kabaca üç hafta. İki hafta antrenman yapıp son hafta dinlenirim diye aklımdan geçirdim. Tropik fırtına uyarısı, yağmur, sel derken  pazartesi İstanbul’a döndüğüm gibi ilk yavaş tempo 5K antrenmanımı yaptım. Baktım ki ağrı yok kademeli olarak yüklenerek kaldığım yerden idmana devam. Birinci haftayı 50K ile tamamladım.

Bu seneki genel stratejim de çok fazla koşmak yerine haftada bir gün fartlek, bir gün yokuş, bir gün de 20K’yı geçmemek üzere uzun koşmak şeklindeydi. Haftada dört günün üzerine çok nadir çıktım, o da dinlenme imkanımın bol olduğu tatillerde. Antrenmanların büyük kısmını Karaköy-Galata’da, bir kısmını Koç Spor Topluluğunun Bağlarbaşı parkurunda, uzunları da Belgrad Ormanı’nda yaptım. Haftalık ortalama 50-60K ve 900m yükselti şekilndeydi. Geçen yıldan farklı olarak, düzenli esneme, nefes egzersizi ve kor çalışması yaptım; daha az Pringles ve lahmacun tükettim. Bir yılda yaklaşık 10 kg. verince haliyle performansım gözle görünür bir biçimde arttı.

Evet, LYUM sonrası haftalık 50K ve ağrsız sızısız olmanın keyfi ile güzel bir pazar kahvaltısı yapmayı düşlerken, katıldığı koşulara estetik ve zerafet katan Rukan Sevgi mesaj attı ‘Cengo, Yasemin, ben adaya gidiyoruz, sen de gel.’ Ama yatak, kahvaltı, Pazar sabahı, modern hayata tembellik yaparak başkaldırı… ‘Piki’ dedim. Çantamı hazırladım erkenden yattım.

Eminönü’nden vapurla sallana sallana adaya vardık. Bendeniz zeka küpü, akşam yatmadan önce hava durumuna baktım 19 derece; Büyükada rüzgarlı olur deyip uzun kollu  streç bir üst aldım. Almaz olaydım. Yokuş gören azgın keçi misali daha 2. kilometre nabız 190 ve pişiyorum. Üstümü çıkartıp Tom Selleck gibi koştum, bir bıyık eksik. 11K parkuru bittikten sonra da ada etrafında bir 11 daha yavaş tempo koştuk. Ardından lahmacun, pide, ayran, foodgasm…

Kural 1, matematiksel bir plan yap, esnek ol ama asla ve asla iyiyim deyip gaza gelme. Likya’nın 2000 metre hızlı inişleri, adanın sert asfalt inişleri derken haftaya bacaklarda ağrı ve yorgunlukla başladım. CMT’ye kaldı iki hafta ve ben yorgunum. İç seslerimle hemen acil durum toplantısı yaptık, karar: iyi beslen, yat dinlen. Düzenli olarak glukozamin-kondroitin-h.asit ve omega-3 kullanıyordum, buna curcumin ilave ettim. Kasığımdaki ağrı durumunu işyerinde fizik tedavi doktoru arkadaşa danıştım, yarışa kadar düzenli antienflamatuar ve buz önerdi. Hemen başladım; ilaç iyi geldi, buz kas ağrılarımı arttırdı, kestim. 5. gün ne durumda olduğumu test etmek için tarihi yarımadada Galata ekibinden Roni ile 15K koştuk. Ağrım oradaydı ve sorun oluşturacak gibi durmuyordu. Pazar günkü Geyik koşusunu iptal etmeme gerek yoktu. Son antrenman olarak onu koşabilirim.

Pazar günü, hafif serin, müthiş bir koşu havası var. Kural 2, ne olursa olsun sakatlanma. Temkinli başlıyorum. Bir önceki gün yağan yağmurun etkisi ile zemin halı gibi yumuşacık, koşmanın keyfine doyamıyorum. Hiç zorlanmadan 14K parkur süremi 5 dakika ileriye taşıyorum. Ama! Amasız, hikaye olmaz. Ne o MSDS broşürü mü? Bir aydır giydiğim Hoka Evo Mafate’ler iki ayağımın iç kısımlarını kesti. 14’de bu olursa 63’te ne yapar varın siz düşünün demedim kendim kara kara düşünmeye başladım. Tabanları düzelttim, yapıştırdım, sonsuz çorap kombinasyonu denedim, bir türlü içime sinmedi.

Her kelimesini dört kat dikkatle dinlediğim, birçok zorlu ultra parkurunu başarıyla tamamlamış üstadım Dr. Cem Ayhan eskilerle koş dedi. Mantıklı ama ben yeni cicilerimle koşmak istiyorum. Mızmızlanan iç sesimi bayramlık potinleri ile baş başa bırakıp sorularıma devam ettim. Su toplaması, tahriş olursa nasıl yönetirim? Yanına Hypafix ve sürtünme önleyici krem al, sorun başladığı gibi müdahale et dedi. Aye aye Captain!

İş yine emektar Hoka Speedgoat 2’lere düştü. ‘My precioussss‘ deyip yırtık pırtık yerlerini kontrol edip, onarıp temizledim, bir kenara koydum. Kapadokya genel olarak kurak ve sıcak olduğu için hafif ve ince giyinmeye karar verdim, soğukla aram iyi, sıcakta köpek gibi terliyorum. Sport HG boxer, Compressport üst şort, Salomon S-lab tee, Buff, X-Bionic maraton çorapları, Ultimate Direction AK Vest3, Black Diamond Distance Z batonlar, GU ve SIS jeller. Ekipman hazır ve ağırlığı optimize etmeye çalıştım, 5 gram 5 gramdır deyip sırt çantalı gezgin gibi tüm fazlalıkları attım. ‘Pardon, o zaman baton neyin nesi? Bu parkurda ne gerek var?’ diye soruyor iç ses. Biraz Nişantaşı kızı havası var.  Knee-saver (diz kurtarıcı) beybisi diyorum.

Cuma günü işten çıkıp erkenden Sabiha Gökçen havaalanına vardım. Erkenden. Fazla erkenden. 3 buçuk saat var önümde. Kitap okudum. Kedili video izledim. Instagram’da bakındım, ohooo millet çoktan Ürgüp’e varmış, festival başlamış. Can sıkıntısından masaj koltuğuna oturup iki lira atıyorum ve üç dakikalığına Cevahir AVM’de alışveriş yapmış arap turist oluyorum. Titrerken ekranda 25 dakika gecikme yazıyor. Rötar…Delay…Hesap kitap: orayla buranın arası şuysa, bu saatte iner ve şu saatte servis kalkarsa…hep kaygı bunlar işte!

23:30’da kitimi alıp 23:40’da hotele giriş yapıyorum. Gerekli her şeyi ortalığa çıkarıp yatıyorum. Pısttt… Pısttt… Pısttt… Oda parfümü… Hay bin kunduz! Kalkıp kapatıyorum. Yatak rahatmış…mış…mışşş…şşşş…

Saat 05:00! Mümço kalk! Hah? Ne? Hemen hazırlanmalıyım. Önce bir dilim ekmek ve ballı fındık ezmesi. Kahve. Tamam. Çantayı toparla. Her şeyi yerli yerine koy. Süper. Bantları ayarla. Sürtünme karşıtı kremi sür, giyin. Harika gidiyorsun! Tuvalet, tuvalet…hala gelmedi mi? Iııı-ııı. Panik yok! (LYUM’da sabah yediğim açmadan ishal oldum, nasıl panik yok, bana panik yok deme!!!) Su iç! İç! Kahve etkisini göstermeye başlar ve bir isim vermeye gerek duymadan endişenin üzerine sifon çekilir. Hava 9 derece gösteriyor, ısıtıcı kremi bacaklarıma sürüp yarışa 40 dakika kala çıkıyorum otelden. Isınmak için hafif koşu temposunda gidiyorum.

Yarış sonrası giyeceğim kıyafetleri teslim ettikten sonra başlangıç alanına geliyorum. Koç Healthcare Atletizm takımından Halis, Melek ve Özhan orada. Selamlaşıp biraz sohbet ettikten sonra ön grubun arkasına geçiyorum. Aklımda yarışı 7:30-8 saat arası bitirmek var. Yığılmalar çok vakit kaybettirdiği için, birinci dilim ile üçüncü dilimin arasında start almayı hedefliyorum. Organizasyonun belki tek zayıf yeri sunucu elinde mikrofon anlatıyor bir şeyler…Keşke bir an önce yarış başlasa da bu sesten kurtulsam diyorum…

Hafif çiseleyen yağmurla başlıyoruz, hava kapalı, serince ve biz yokuş yukarı koşuyoruz. Bu yıl çok fazla yabancı koşucu var ve birçoğu o yokuşta basıyorlar. Hayır, dostum! Yapma bunu, diyesim geliyor. Hep dublaj yüzünden bunlar… Patikaya çıkınca bir tık arttırıyorum tempoyu, temkinli bir şekilde geçiyorum önümdekileri. Bu koşunun özeti, temkinli. Aman çocuğum bir kat daha giy, ne olur ne olmaz anne temkini. İlk defa 50K üstü koşacağım. Ufkun ötesinde ne var merak ediyorum.

İlk CP İbrahimpaşa’ya 1:02:07’de giriyorum. Hedef bir saat civarıydı, hastanın belirtileri normal sınırlarda, müdahaleye gerek yok doktor, devam… Yarışın daha 6. kilometresinde vücudumdaki ve zihnimdeki yorgunluğu hissettim. Bugün o gün değildi. Bacaklarım ağır, zihnim haftanın zor hastaları ile fazlasıyla yorgundu. İlk CP’de yarım bardak su yarım bardak kola karışımından içtim. Küçük bir flask içine koyduğum 10gr protein tozuna su ilave edip çıktım sanıyorum, farkında olmadan bir iki dakika oyalanmışım.

Tepeye doğru tırmanırken üşümeye başladım. Çantamdan yağmurluğu çıkarıp üstüme geçirdim ve batonlarla yokuşu koşmaya başladım. Vücudum ısınınca daha iyi hissettim. Bu kısım haritada zor gibi çıksa da bence parkurun en kolay yerlerinden biri. Zorlamayan bir eğim hem dinlendiriyor hem de ilerliyorsunuz. Uçhisar’a doğru giderken matematiksel tuz tableti ve beslenme planıma uymaya özen gösterdim. Yorgun ve isteksizdim ama her şey yine de iyi gidiyordu. 2. saatten itibaren hazırladığım protein içeceğinden minnacık yudumlar almaya başladım. Merkezi Yorgunluk Teorisine göre, şeker depoları tükenince vücut beyine ya dükkanı kapa ya da ne bulursan yak mesajı gönderiyor. Bedeni yağ yakmaya eğitmediyseniz o da kas yıkımına başlıyor. Bu teoriye göre birçok koşucuda kırılma anı yıkımın başladığı zaman. Çünkü ısınmak için kağıt para yakmak gibi bir şey, vücut için fazla masraflı ve bir işe yaramıyor. Eğer o anda kanda az miktarda da olsa şeker ve aminoasitler varsa, beyin, n’olacak yahu bişey olmaz sinyalini geri yolluyor ve vücut yine aktif olarak şekeri kullanmaya başlıyor. Vallahi ben bu teorinin yalancısıyım. Bu nedenle düşük miktarda proteini minik minik koşu boyunca alıyorum. Laktoz intolerant olduğum için maalesef çoğu bar benim işime yaramıyor.

İkinci CP Uçhisar’a 3:10:04’de varıyorum. Beyler sizce de bir sorun yok mu? Kafamın içinde nakliyeciler toplantısı gibi bir uğultu başlıyor Evet, sorun var… Hayır, bence iyi… Yani, ne bekliyodunuz ki… Beyler, biraz alçak sesle lütfen… Beslenme ritueline devam yarım bardak su yarım bardak kola, üj-bej kraker, suları fulle, bir sonraki istasyon uzak. Salomon ekibinden hocamız bağırıyor, fazla oyalanmayın, soğumayın… Adam haklı beyler, dağılın! Önümde iniş var bağcıklarımı sıkılaştırıyorum. Koş Mümço!

CP’den çıkıp aşağıya doğru yardırıyorum, bir köpek de bizimle koşuyor. Koşucu arkadaşlardan biri yaşlı bir adama bağırıyor, ya niye salıyorsun köpeğini, tutsana şunu. Adamcağız da ağır aksak peşinden koşarak, bi’ durun da yakaliem bari, diyor. Köpek de kaçak yarışıyor, olayın farkında bile değil.

Bağcıklar inişlerde canımı acıtıyor, duruyorum tekrar bağlıyorum. Tepelerden vadiye indiğimizde, bir çalının arkasına geçip çişimi yapıyorum. Yaşasın! Koşarken işemek önemli, yeterli sıvı-tuz aldığınızı gösterir, tabi benimki gibi koyu renkli değilse. Kural 3 daha fazla sıvı, elektrolit al, dengelemiyor.

Yağmurda ıslanmış dere yatağında ilerlerken bir an kendimi Ölüdeniz sahilde koşarken düşledim. Gerçeklik hemen geri geldi, Mümin dikkat et, yumuşak zemin aşilini çok yorar, kadansı arttır. Sakatlanmak yok!

Önümdeki yabancılardan oluşan ekibi takip ederek 3. CP Göreme’ye 4:14:00’da girdim. Yoldaşlar! Ciddi bir sorun var. Bu adam artık ağzı ile kuş tutsa 7:30’da bitiremez. Umarım, bunun farkındasınızdır. Maalesef farkındayım. Anlaşılan tempom iyice düşmüş. N’apalım 8 üstü de ölüm değil ya! Rutine devam su-kola-kraker… İstasyon aralarında acıktıkça jel… İstasyonda Aykut Çelikbaş’ı görmek iyi hisettiriyor. Ne güzel onun gibi mütevazi, özverili değerli sporcularımızın olması. İyi ki varsın Aykut hoca, sevgiler, selamlar!

Hızım çok düştüğü için istasyonda vakit kaybetmemeye özen gösteriyorum. Yavaş yavaş yola koyuluyorum. Toprak yollar vesaire derken bence yarışın zor kısmı başlıyor. Ayaklarımın altı yanmaya başladığı için batonları çıkartıp her tırmanışta onlardan güç almaya başlıyorum. İnişlerden birinde kendime ve ayakkabının tutacağına fazla güveniyorum elimde batonlarla kıç üstü 2 metre aşğıya doğru kayıyorum. Sol bacağım havada kasım kısalmış bir şekilde yumru gibi bana bakıyor. Holy sh*t! Ayağa kalkıp kontrol ediyorum: kalçamda sıyrık var, biraz da toz toprak. Nema Problema! Bacaklarımı esnetiyorum. Ağrı yok, yola devam! (Iyyyy çok kötü bir sloganı çağrıştırdı.) Çavuşin CP ye doğru giderken kendimi bir an Mars’ta sandım. Büyüleyici bir manzara. Eminim ki dünyanın birçok güzel yerinde koşular düzenleniyordur ama herhalde görsel zenginlik açısından Cappadocia Ultra Trail zahiri bir yarıta birinci seçilirdi. Dağın yamacından aşağıya doğru inerken, bre nerede bu CP beya, dedim. Dedim de dedim. Ne bitmek bilmez 2 kilometreymiş. Kasabaya inince herhalde geldim deyip basmaya başladım. Elinde pankartla iki turist tezahürat yapıyordu, çok mutlu oldum. (Çekirge, dışarıdan değil içeriden beslen! )

Cavusin CP’ye 6:11:13’de geldim. Hayaller Paris, gerçekler Bağcılar. Evvet, beyler, bu genç bu yarışı bitirsin, ben de ne olayım! Üstüne gitme çocuğun! İki ayağımın altı su topladı ve ağrıdan yere basamıyorum. Yeme içmeyi bir kenara bıraktım hemen çantamdan Hypafix’i çıkardım. Su gibiydi… Acil durum kodu, yedek plan: Krem. Çantayı iki kere boşalttım, krem mrem yok. Ama nasıl olur? Adım gibi eminim. Aldım, biliyorum. Yapacak bir şey yok, organize olmayı öğren dostum. Ama öyleyim! Değilmişsin… Hahahaha… (Erol Taş gülmesi)

Baktım ki Murphy benle, yapacak bir şey yok, suyumu doldurum koşmaya başladım. Artık ona koşmak denirse. Ayaklarımın altı acıyor, yanıyor. Blister dedikleri buymuş ha! Önümde, geçmiş yıllarda parkuru koşan herkesin bahsettiği, hele bir okul bitsin kendi paranı kazanmaya başla görürsün der gibi bir Akdağ var. Ağır bir tempo ile gitmiş olabilirim, bugün benim günüm olmayabilir ama hala enerjim var madafakaaaa, deyip kartlarımı öne sürdüm. İki bacak… Akdağ, elini açtı: kare as… Assını… Kimseye söylemeyin ama ilk defa yokuş tırmanırken bir yerde oturup soluklandım, kelimenin gerçek manasıyla iki yerde. Ayaklarımın acısı bir yandan, batonlar şimdi iyi mi oldu, yük mü oldu diğer yandan, ulan Hoka tırmanışta hiç yardımcı olmuyorsun be olm diğer yandan minik minik zirveye vardım. İnsan , zirveye varınca kelebekler, gökkuşağı, tekboynuzlar ve marşmelov kıvamında tatlı inişle karşılaşacağını sanıyor. Hayır, dağın sırtında hafif inişli çıkışlı taşlı bir patika. Ah, ayaklarım acımayaydı ne basardım burda be; yürürken bunu düşünüyordum. Müminciğim seni buralara kadar sürüklediğim için çok özür dilerim, biliyorum, gerek yoktu. Söz vermiştim sana 50 üstü yok diye. Söz yok.

Romanya’dan bir koşucu ile sohbet ede ede gidiyoruz. Konuşmanın bir yerinde ‘winter is coming‘ dedi, GOT izliyor musun diye sordum heyecanla. Tüm koşudaki en mutlu anımdı. Hayır, dedi. Sessizce yürü koş, yürü koş devam ettik. İnişler başladı ve kurtuluşumuz yakındı.

Akdag CP’ye 7:38:01’de girdim ve ilk sorum, geri kalanı bu minibüsle mi gidiyoruz oldu. Gönüllü arkadaş ile şakalaştık. Keşke, gülüşmeler… Bira istedim, tabi ki yok dedi. Su-Kola-Kraker, devam… Su içmekten içim şişmişti… Yarış boyunca toplamda dört tuz tableti aldım ve sadece bir kez çiş yaptım, varın siz düşünün ne kadar su kaybettiğimi. Finish’e vardığımda ilk işim bir bira içmek olacak diye motive ettim kendimi. Koşmaya başladığım ilk zamanlarda İstanbul’da Kayıp Orman Koşuları diye bir koşuya katılmıştım, meğer adının hakkını veriyormuş. İki kere kaybolmuştum. Organizasyon o kadar kötüydü ki koşuya yeni başlayan başka bir arkadaşım akıllılık edip Strava’dan yolu izleyerek kürsü yapmıştı. O gün bugündür kaybolursam iki bira alır da öyle yürürüm diye koşarken hep yanıma para alıyorum.

CMT parkurunun benim için en sinir bozucu kısmı burasıydı. Önümde 10 kilometrelik rahat koşulur toprak bir yol var ben yere bile basamıyorum. Konya’dan tecrübeli bir abi ile hafif tempo koşmaya başladık, koştukça açılıyoruz. 5 pace’in altına indim, gidiyorum. Romanya’dan katılan Mikai’ye yetiştim. Ooo çok hızlısın dedi… Yarışın son sekiz kilometresini bir saate bakıp, bir yudum su alıp kendime sövmeden bitirmeye çalıştım. Sonlarda, başka koşucuların, patır patır yanından geçmeleri kötü bir hismiş. İnsan doğası bir buruk bir tat bırakıyor ağızda. Ana yolu geçtim, Ürgüp’e girdim ve CUT -CMT&CST yol ayrımı tabelasını gördüm. Tekrar koşmaya başladım. Canım, tarif edemeyeceğim kadar çok acıyordu ama en azından yarışı koşarak bitirmek istedim. Yol boyu dizilmiş seyircilerin tezahüratları arasından 8:57:12’de Finish çizgisinden geçtim. Özgür Serinyel sağolsun, biramı keyifle içtim.

Şayet koşmaya ilginiz var ise Türkiye’nin açık ara en iyi koşu organizasyonu Salomon Cappadocia Ultra Trail’e bir kez mutlaka katılmanızı öneririm. Salomon ekibine ve Argeus’a ve koşucu dostlara teşekkürler, gerçekten müthişsiniz.

Seneye ben ‘yoğum’.

Ya gene de belli olmaz, sevgiler, saygılar…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir