43878687_2194030667298455_2874659797767028736_oHer yeni yıla girerken birçok karar alıyoruz: kilo verme, salona yazılma, daha çok seyahat etme, kitap okuma, yabancı dil kursuna gitme vb… Ben de 2018’de daha az yarış koşma kararı aldım. Buna sebep de 2017 Kapadokya koşusundan bir hafta sonra Belgrad ormanında düşük tempo antrenman yaparken ıslak zemin ve yorgun bacaklar nedeniyle sol baldır kasımda meydana gelen yırtıktı. Sakatlanmam bu kararın birincil nedeni gibi görünse de alt metinde demek istediğim aslında ‘daha bilinçli koşmak istiyorum’du. Çünkü biz hevesli amatörler koşular arasında zıplayıp dururken sakatlanana kadar, iş-aile-sosyal hayat üçgeninde maratonüstü mesafeler için gerekli hazırlıkları yapamadığımızı göremiyoruz. Birçoğumuz için, olmayanları ve tecrübeli dostları tenzih ederim, kıstas haftalık veya aylık koşu mesafeleri. Oysa uzun mesafe koşmak bundan çok fazlası. Bir takvim belirleyip, aylarca sağlıklı beslenmek, tekniği geliştirmek, tüm kas gruplarını esnetip güçlendirmek, düzenli uyumak, yarışların eğim ve diğer çevre koşullarına göre stratejik hazırlanmak işin görünmeyen ve göz ardı edilen kısmı. Biraz övünerek, biraz şakayla, strateji mrateji yok bam bam bam…diyoruz. Yaptım oldu… Acaba gerçekten oluyor mu? Mikro-yırtıklar, kronik travmalar, sakatlıklar ilerleyen yaşlarda hayalet gibi peşimizden gelebiliyor. En çok ihtiyaç duyulan dönemde isanın yaşam kalitesini düşürebiliyor. Bu nedenle, iddialı bir şekilde şu fikri ortaya atabilirim: İleri yaşlarda maraton bitirebilmek de en az genç yaşlarda kürsüye çıkmak kadar önemli. Bu da ancak bilinçli koşmak ile mümkün gibi görünüyor.

Bu seneki mantram, zor yarış yok, yetersiz hazırlık var…

2018 koşu sezonunun ilk yarısında sırasıyla Geyik Koşuları’na, Alanya Keykubat Dağ Koşusu’na, İstanbul Yarımaratonu’na, İznik Narlıca Dağ Maratonun’a ve Tuz Gölü Maratonu’na  katıldım. Bu koşuların hepsi forma girmek ve Likya Yolu Ultra Maratonu 55K parkuruna hazırlanmak içindi. Genel olarak da amaçlarına ulaştılar. Alanya ve İznik parkurları sayesinde eğime alıştım; İstanbul Yarımaratonu sayesinde sabit tempoya alıştım; Tuz Gölü maratonu sayesinde de sıcağa olan direncim arttı.

Hazırlık aşamasında ilk yapmam gereken kilo vermekti. Sakatlık ve kış derken tekrar 82 kiloyu görmüştüm ve yarışa kadar bunu ayda yaklaşık bir kilo vererek 75’e düşürmeyi hedefliyordum, nitekim de öyle oldu. Yarıştan bir gün önce 74.5’i görünce çok sevinmiştim. İkinci hedef kadansı arttırmaktı. Müzik, metronom, driller vesaire, ne kadar uğraşırsam uğraşayım 160’lardan anca 170’lere çıkartabilmiştim. İdealden hala uzak, seneye belki… Üçüncü hedef direnci arttırmaktı ve farkında olmadan ne kadar iyi bir şey yakaladığımı sonra anlayacaktım. Direncimi arttırmak için vücudumu önce sıcağa alıştırdım ki bu benim gibi soğu çok seven biri için hiç kolay olmadı. İnanılmaz terliyorum… Sıcağa alıştıktan sonra kısa öğlen koşuları yaptım. Sonra yokuş koşuları. Sürekli nabzımı kontrol ederek. Sonra uzun kollu giyinip öğlen sıcakta 10K  500m tırmanış içeren antrenmanlar. Koşmak için güneşin tepeye çıkmasını bekliyordum. (Altta yatan bir sağlık probleminiz olup olmadığını bilmeden sakın böyle bir şeye kalkışmayın, ölümcül sonuçları olabilir. Ben bir hastanede çalışıyorum ve sürekli kontrol altındayım.) Koşu bitince eve gelip biraz sıvı aldıktan sonra bir saat kadar da düşük nabız gövde antrenmanlarına devam ettim. Özellikle düşük nabız ve düşük ağırlık, çünkü birincil amaç kasın kuvvetini değil direncini arttırmak ve kalbi-zihni devam etmeye eğitmek. Çok faydasını gördüm.

Sene başında 10K için 5.30 olan düz yol antrenman tempom, hiç interval yapmadan 4:40’a düşmüştü. (Kronik sakatlıklarım olduğu için ve genel olarak hız hedeflemediğim için hiç interval yapmıyorum, sadece fartlek ile yetiniyorum.) Benim form ölçütüm olan Geyik Parkuru’nda önce 1:19 ardından 1:14 geldi. Altı yedi ay gibi bir sürede parkur süremi on dakikadan fazla kısaltmak doğru yolda ilerlediğimi söylüyordu.

Gelelim tekrar LYUM’a, sene başında kayıtlar açıldığında o kadar az kayıtlı katılımcı vardi ki endişe ile Uzunetap’a eposta göndermeden edemedim. Bir yanlışlık olmasın, koşu yapılacak mı acaba?1? Merak etmeyin Mümin bey katılımcı azlığından dolayı yarış iptal etmedik, son dönemde kayıtlar artar dediler, böylece teyit edilmiş oldu. (Kontrol, kontrol, kontrol…)  Gerçi yarış vakti gelip çattığında da aslında çok fazla artış olmadı. Koşuya çok az bir zaman kala parkur değiştirildi, 27.5 K git ve gel şeklinde güncellendi. Tuz gölünde git gelden ruhum sıkıldığı için 35 K parkuruna geçiş yaptım. Bence iddialı bir 35 olmasına rağmen çevremde kime söylediysem yüzlerinde gazı kaçmış kola içmiş hissiyatı vardı. 35 mi? Evet, sadece 35… İyi antrenman olur! Hayır, bildiğin koşu, antrenamn değil… İlginç ödipal bir yaklaşımımız var: ne kadar ultra o kadar iyi… Bir kez yarımaraton koşan iki ay sonra ultramaraton deniyor. Buna eşlik eden öykülerde de cesaret, sınırları test etmek gibi ifadeler yer alıyor. Çok üzgünüm ama başka bir perspektiften daha çok bilinçsizlik gibi görünüyor. Kasları hazırlamadan on saat gibi sürelerde sürünerek bir dağ maratonu koşmak, koşmak da denmez gerçi, vücuda ciddi hasar veriyor. Bir şeyin görünmemesi orada olmadığı anlamına da gelmiyor! Birçok elit atletin çalıştırıcısı hevesli amatörlerin yılda iki maratondan fazla koşmaması gerektiğini söylüyor. Günahları boyunlarına, vardır bir bildikleri… Ne kadar çok o kadar iyici felsefeye göre Usein Bolt koşucu bile değil… Velhasıl, ne kadar ultra o kadar iyi değil de ne kadar hazırlık, o kadar ultra!

LYUM Babadağ parkuru 34.6 km uzunluğunda 1960 metre tırmanış, 2290 metre iniş içeriyor. https://tracedetrail.com/fr/trace/trace/67189 . İnişin daha uzun olmasının nedeni koşu başlangıç alanının denizden yaklaşık 200-300 metre daha yukarıda olması. (Likya Yolu Tabelası) Zemin çokça taşlık, iniş kısmında ise kilometrelerce uzunlukta düz toprak yol, çakıllı toprak yol, çakıl yol ve asfalt yol şeklinde.

Cuma günü, Akdeniz üzerinden yaklaşan tropik bir fırtınanın hafta sonu Ege sahillerine ulaşması beklendiği uyarısı yapıldı. En çok etkilenmesi beklenen yerlerin başında da Muğla çevresi gösteriliyordu. Ok? Peki, şimdi koşu yapılacak mı? Yapılmayacak mı? Acaba çok riskliyse uçmasak mı? Ben, kız arkadaşım ve onun uçak korkusu İstanbul Sabiha Gökçen’den  Dalaman’a kafada ve havada bir yığın soru ile uçuyoruz. Oradan Muttaş’ın servisleri ile Fethiye’ye, Fethiye’den de dolmuş ile Ölüdeniz’e varıyoruz. Dolmuş durağında koşu camiasının en güleryüzlü ve beyfendi kişiliği Ayhan Esen ile karşılaşıyoruz. Bu raporu yazdığım gün, son iki yıldaki fiziksel değişimini gösteren bir fotoğraf yayınlamıştı Ayhan, muazzam bir fark var. Ve tabi ki performansında da, son bir yılda birçok kez kürsü gördü ve daha taze Berlin Maratonunu güzel bir dereceyle koştu. Ayaküstü sohbet, şakalaşma derken bayağa maceralı bir şekilde balık istifi Ölüdeniz’e ulaşıyoruz. O etkinlik alanına, biz de hotele gidiyoruz.

Akşamüstü gidip kitimi aldım ve ardından da teknik toplantıya katıldım. Parkurla ilgili değişiklikler, öngörüler güzelce anlatıldı. Ama… İşaretleme… Hepimize pvc ile kaplanmış bir kartela verildi. Üzerinde şuradan dön, şuradan geç şeklinde yönlendirmeler vardı. Aklımda tabii hemen şu soru belirdi, niye ki, kaybolacağımız o kadar belli önlem mi alınıyor? Sarı kırmızıyı takip et, sonra şuradan sonra çift olanları veya yeşil nokta ama bu renk değil… Pardon! Bi’ saniye lütfen, anlamadım. Hayır, siz çok güzel anlattınız ama ben bunları koşarken aklımda tutamam ki! İşaretleme kısmı muamma, dinlenmek için erkenden otele gittim.

Ölüdeniz sahilde, genel olarak oteller ve diğer yeme içme alanları tahmin edileceği üzere pahalı. Sadece uyuyacak bir yer olsun diye düşünerek Karbelsun Hotel’de konakladık. Ağırlıklı olarak yaşlı İngiliz turist ağırlayan, ne ilgili ne ilgisiz, düşük bütçeli bir hotel. Sahile çok yakın. Biz yola bakan bir odada kaldık, maalesef  trafik gürültüsü biraz rahatsız ediciydi; yatağın kötü olması da eklenince pek uyuyamadım. Ama önkoşulu taahüt ettiği gibi sağladı, etkinlik alanına yakın ve uygundu.

Sabah 5’te uyandım, hemen dişimi fırçalayıp, tuvaletimi yaptım. Genelde, tuvalet işini riske etmemek için uyanmayı planladığım andan 10 saat bir paket magnezyum saşeyi bir bardak suya karıştırıp içiyorum. Sabah kalktığım gibi de kurtulmuş oluyorum. O gün de öyle yapmıştım. Çantam akşamdan hazır olduğu için, gece otele gizlice soktuğum (evet, maalesef, her yerde kesinlikle su dahi getirmeyin otel fiyatından ücretlendiririz diye tabela var, çok defansif bir işletmeye benzediği için riske etmedim.)  tereyeğ, bal ve açmadan oluşan kahvaltımı hazırladım. Eğer imkanlar elveriyorsa rutinim koşudan iki saat önce bir dilim ekmek tereyağ-bal ve bir fincan kahve.

Saat 5:40 gibi etkinlik alanına geldim. Hava karanlık ve hafifçe serindi. Henüz fırtınaya veya günün geri kalanının nasıl geçeceğine dair bir fikir edinmek zordu. Çadır alanında üniversite yıllarından dostum Ahmet Savgat ile karşılaştık, sohbet geyik servislere binip başlangıç alanına vardık. Uzunetap ekibi canlı bir şekilde oradaydı. Müzik eşliğinde ısınmalarımızı yaptık, sular dolduruldu, GPS cihazları dağıtıldı, fotoğraflar çekildi. Ambiyans olarak Uzunetap etkinlikleri hep bir kademe daha canlı ve renkli. Koşu başlangıcı biraz gecikti. Bende biraz heyecan var ve midemde bir hareketlilik buna eşlik ediyor. Emin olamıyorum, heyecandan mı yoksa gerçekten bir uyarı mı… Çalıların ardına geçsem mi geçmesem mi derken gecikmeli de olsa koşu başlıyor…

Hafif eğimli toprak bir yol, fazlasıyla tempolu başlıyoruz, sağda deniz görünmeye başlıyor ve birisi bağırıyor ‘arkadaşlar 4.30 gidiyorsunuz patlayacaksınız’. Kimse patlamıyor. Start alanında tanıştığım Ukraynalı Nikita, ikinci arazi koşum demişti, maşallah uçuyor. Vay be diyorum içimden, adamda ne cevher varmış. Toprak yol bitiyor ve kayalık zemin başlıyor, tepelere doğru koşmaya devam ediyoruz. Eğim artıyor ama kimse tempo düşürmüyor. Bravo! Tırmanış daha da artıyor ve yürü koşa başlıyoruz. Sağ tarafımızda mavinin en güzel tonu biz kaya zeminde tırmanıyoruz. Yarış öncesi eğim grafiğini analiz ederken kendime 6 kilometreye kadar sürekli koş, sonra power hiking yap demiştim ve plana ayak uyduruyorum. Hala ilk gruptayım ve kopmadım. Koşuyu kadınlarda birinci bitiren Hülya Kıvrak önümde ve tırmanma gücüne tekniğine gıpta ediyorum. Zaman çabuk geçiyor ve 6. kilometredeki ilk istasyona 47:25’de geliyorum. Gönüllü arkadaşa ilk sorduğum peçete oluyor. Evet, koşu hep güllük güllistanlık değil. Bayıra çıkıp bir çalının ardına geçiyorum ve voila ishalim.  En azından rahatlıyorum. CP’de hiçbir şey almadan yola devam ediyorum. 200 metre ileride bir kararsızlık var. Nikita buaradan diyor, Neval oradan diyor, ben de galiba şurası diyorum. Kartela, el GPS’i, iz buluculu saat bir rotayı doğrultamıyoruz. Sonra birileri sesleniyor o yönde gitmeye başlıyoruz. Eğim giderek sertleşiyor. Nikita, batonları neden kullanmıyorsun diyor. Daha değil dostum diyorum. Baton, diz kurtarıcı ama kısa parkurlarda ve yüzde yirminin altındaki eğimlerde yavaşlatıyor. Varlığı yokluğu dert bir arkadaş! Tırmanışın ileride sertleşeceğini biliyorum oraya saklıyorum.

Kartelada yazdığı gibi bir çitin altından geçiyoruz onu yanımıza alıp düz devam ediyoruz sonra bir ahırdan geçiyoruz…

Babadağ, Ölüdeniz’de yamaç paraşütü ile atladıysanız mutlaka onun zirvesine tırmanmışsınızdır. Bir de Babadağ yürüyerek çıkmayı deneyin. Aman tanrım! Bitmek bilmeyen yokuş yapmışlar… Nikita bir taşın üstüne oturmuş, dinleniyor, soluk soluğa… Gücümü korumak için batonları çıkarıp  iyice yavaşlıyorum.  Şvey şvey* Zaman baskısı yok… İç sesim hep aynı şeyi telkin ediyor, sabırlı ol Mümin. Neval, bence bu kısmı tek başına bir yarış olmalı diyor. Sevgili Uzunetap, katılıyorum; Verical bir yarış neden olmasın! Tepeye doğru zemin iyice bozuluyor, yumuşak toprak üzerinde büyük kayalar ve yer yer ayağınızın altından aşağıya yuvarlanıyorlar. Düşmeniz veya birini yaralamanız hayli olası. Hafif bir düzlüğe çıkıyoruz, gönüllülerden biri bizi yönlendiriyor şu taraftan diye. Biraz ilerisi CP zannediyorum ve batonlarımı katlayıp çantama koyuyorum. İşte bunlar hep ‘wishful thinking‘! Umut en büyük kötülüktür diyor Nietzsche, çünkü işkenceyi uzatır. Bitti sandığımız yerde hala tırmanıyoruz. Sağ yanımızda büyüleyici bir manzara ve biz toprak yolda kamyon geçişleri eşliğinde tırmanıyoruz. Zihnimdeki direnci kırmak için ara ara koşmaya çalışıyorum, bir an önce o CP’ye varıp bu işkenceyi sonlandırmalıyım. Evet, her koşuda zihnimi sadece bir sonraki CP’ye odaklıyorum sona değil.

2:35:23’te zirveye ulaştım. Hem gerçek hem de soyut anlamda. Yarışın başından beri aynı sularla koşuyordum, onları yeniledim. Bir GU Esspresso Love jel içeyi denedim, midem bulanıyordu, geri itti. Oyalanmadan devam ettim. Bundan sonrası, sürekli iniş. Hava bozdu ve dolu yağmaya başladı, kendimi serbest bıraktım, düşünmeden hızlıca iniyordum. Sonra Neval geldi kilometrelerce durmadan yokuş aşağı yüksek tempoda koştuk. 21. kilometrede Ayhan’da geldi. Kısa bir süre üçümüz devam ettik. Özelikle bu noktada çok fazla arı kovanı var, dikkatli olmakta fayda var. Benim bacağımı, Ayhan’ın da ensesini soktu ama problem oluşturmadı. Ayhan tempoyu arttırdı ve gözden kayboldu. Biz de peşinden sürekli ”u” çizen, dönme dolap gibi bitmek bilmeyen asfalt bir inişe geçtik. Genel olarak sıkı bir Hoka hayranıyım ama özellikle bu parkura iyi ki Speedgoat 2 ‘ler ile gelmişim dedim. 15 kilometrelik sert iniş dizleri mahvederdi. Bu parkurun ikinci kısmı için yastıklaması iyi bir aykkabı şart, ironik olarak da ilk kısmı için teknik zemine uygun bir ayakkabı gerekiyor.

3:48:55 ‘te üçüncü CP’ye vardım ve hala ne bir şey yiyebiliyordum ne de bir şey içebiliyordum. Kusmaya çalıştım olmadı. Sağ ayak bileğimdeki kronik sakatlık göz kırpınca vites düşürdüm, ne olur ne olmaz, yüzüp yüzüp sonda bir metre suda kendini boğmaya çalışmanın bir anlamı yok. Finish’e az kalmıştı ağır aksak devam ettim. Neval gözden kaybolup gitmişti. Yokuşlarda yürüyüp düzlüklerde koşarak ilerliyordum. Yalnız kalmak biraz motivasyonumu düşürmüştü ve zihnen yarış bitmişti. Önceden belirlediğim süre zarfında (5 saat) rahatlıkla yarışı bitirebilecek avantajdaydım. Ana yoldan tekrar Likya Yoluna girdiğimde kayboldum, birkaç yüz metre sonra anlayıp saat izini takip ederek tekrar yola döndüm. Yavaş tempo yürü koş sona kadar geldim.

Uzunetap bu kısmı hazırlarken ”I want to play a game” demiş olmalı. Ölüdeniz sahil hemen aşağısı, görüyorsunuz, sesleri işitiyorsunuz ama testere gibi bir sağa bir sola sert bir iniş var. İniş dediysem az dikkatsiz davranırsanız kafa üstü inmeniz çok olası. Lanetler okuyarak elimden geldiğince hızlı inmeye çalıştım, evet kelimenin tam manasıyla elimden geldiğince, yer yer kullansanız iyi olur. Sinirim bozuldu, belki bir kilometreden az var, uzansanız dokunacaksınız ama bitmiyor. Sahile inince var gücümle koşmaya başladım, sunucu birazdan 35K koşucularımızdan biri daha gelecek dediğinde, iyice hızlandım ve 5:16:16’da son çizgisinden geçtim. Katılımcıların az olmasına bağlı olarak genelde 8. erkeklerde 6. olarak bitirdim. Neden bastırmıyorsun diyen arkadaşlara: o parkur hep orada ve seneye bir aksilik olmazsa yine gelicem.

Bu işi profesyonelce ve başarı ile yapan Uzunetap’a; Goshots ekibine; koşuya renk ve eğlence katan Ayhan Esen, Ahmet Savgat ve Neval Gördük’e; bu koşuda bana eşlik eden kız arkadaşım Cansu Kızıltaş’a çok çok teşekkürler.

Sevgiyle, saygılya…

 

* yavaş, yavaş…

44068004_2194032040631651_2309901727538610176_o

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir