Vizyondaki bir film çok fazla övgü aldığında ister istemez şüphe ile yaklaşırım, yapı meselesi, aynı durum benim açımdan Büyükada için de söz konusu. Bundan on bir yıl evvel İstanbul’a taşındığımda yakın arkadaşlarımda hafta sonu adalara gitme romantizmi vardı, ben de aşırı yüceltilmesinden mi bilinmez hep ayak sürüyordum. Bir yaz günü gidip gördüğümde, kendi kendimi onaylamış oldum; hep öyle olmaz mı, önyargı onaylanmak için vardır. Şuursuz kalabalık, fayton terörü, kolundan tutup dükkana sokmaya çalışan esnafı, restoranda adisyonla da sokanı, at boku kokusu adanın romantizmini yaşamama engel olmuştu. Evet, fark edildiği üzere gerçekte hiçbir zaman var olmayan mükemmelliği arayan detaycı biriyim ve bu durum yazın yolun ortasındaki at bokundaki güzellikleri hep kaçırmama sebep oluyor. Adalar ile olan münasebetim bu seviyelerde kaldı. Ne zaman önyargımı aşmaya çalıştıysam daha da direnç oluştuğunu gördüm. Özellikle son yıllarda artan yabancı turist akını ile daha da niteliksizleştiğini düşünüyorum. Geçtiğimiz hafta sonu orada gezinirken kız arkadaşım, çocukluğun köyde geçmedi mi,bunlar seni neden rahatsız ediyor ki diye sordu. Aslında çok basit köydeki hayatın doğal akışı, koşullar ancak o kadarına el veriyor oysa şehirdeki müthiş bir tezzat oluşturuyor. Artık ulaşım aracı olarak atlara eziyet etmenin bir anlamı olmadığını düşünüyorum, bunun bir keyif aracı olarak görülmesini ise hayvana zulüm gibi algılıyorum. Şu kolundan tutup dükkana sürükleme olayına umarım hiç alışmam… Velhasıl ada ile ilgili kafamda böyle olumsuz etiketler ile kodlanmış önyargımı yıkmama ilk yardımcı olan şey geçen yaz Team Kronos’un organize ettiği Büyükada koşusu idi. Sabah erken saatlerde yüzlerce spor sevdalısı insanla birlikte adanın etrafında koşmak çok güzel hisettirmişti. O nedenle Büyükada koşusunun ilanını görünce kayıt olmayı düşündüm. Geçtiğimiz Aralık ayından beri hiç yarış koşmadım- Arada Çekmeköy Çamur Maratonu 30K parkuruna çıktım, kişilere olan saygımdan o koşu ile ilgili yorum yapmaktan kaçınacağım- haliyle bir türlü form tutamadım. Kalça ağrısı, çift taraflı kalf ağrısı, aşil zorlanması, bacak yorgunluğu, nefes almada güçlük, isteksizlik… Ne ararsanız var. Galiba yavaş yavaş depresyona doğru sürükleniyorum. Hayırlısı!

Fırınlanmış patates olduğumu bile bile Büyükada koşusuna kayıt oldum, kiti Demriören Decathlon’dan teslim alıp Cumartesi öğleden sonra Bostancı’dan adaya doğru yola çıktık. İlk izlenim Cumartesi daha sakin ve keyifli ada, muhtemelen hafta içi en doğru zaman olabilir ziyaret için. Otele yerleşip, kahvemizi içtik ardından bir ada klişesi olan rakımızı içip balığımızı yedik. Balık çok lezzetliydi, Milto restoran çalışanlarına teşekkürlerimizi iletip uyumaya geçtik.

Adada konaklamanın en güzel kısmı sabah kolayca yarış başlangıç alanına gelmek oldu. Hava müthişti. Bez çantamı teslim edip hastaneden arkadaşlar ile sohbet ettik. Saat 10’a doğru biraz ısınıp başlangıç alanına geçtik ki anons yapıldı, yoğunluk nedeniyle koşu yarım saat gecikmeli başlayacak diye. Kalabalık ve kargaşayı görünce öngörülen bir durumdu ama yine de biraz hevesimizi kaçırdı. Vücudu ısıtmışken yarım saat beklemek…otelin çıkış saatine yetişebilmek… Bu süre zarfında biraz daha jog atıp, çişimi yaptım. Öyle ya da böyle süre geçti ve koşu başladı. Çınar meydanından çıkıp çarşıya doğru oradan da emniyetin yanındaki yoldan yukarıya doğru hızlıca kaptırdık. Parkurun tek bir yokuşu var ve o da hemen yolun başında. Anlaşılan katılımıcılar ağırlıklı olarak yol koşucusuydu, o yokuşta çoğu kişinin duraksadığını gördüm. Arazi koşularına alışık olanlar için sıradan bir ısınma tırmanışı diyebiliriz, yaklaşık 90 metrelik irtifa kazanımı var. Parkurun ondan sonraki kısmı hem görsel açıdan hem de sürat için çok elverişli. Isıtan bir güneş, tatlı bir esinti, uzakta deniz, ağaçlar… Büyükada’nın daha önce saydığım olumsuz etiketlerinden çok uzak bir tablo. Harika bir pazar koşusu. Aynı rotayı iki kez koşmak yarımaraton için dezavantaj gibi görünebilir ama bence bu koşu İstanbul’daki en keyifli yol koşularından biri olmaya aday. Manzara ve parkur tek kelime ile çok güzel. Yenikapı hattında dolmuş gibi gidip gelenler ne dediğimi anlayacaklardır diye tahmin ediyorum.

Haşlanmış patates halimle ön gruba tutunamadım ve koşunun büyük kısmını yalnız koştum. İkinci turda masterlardan gelip geçenler oldu ama arazi koşularının verdiği dayanıklılıkla son 3 kilometrede yine toparlayıp kısmen kabul edilebilir bir süre ile (01:42:52.44) genelde 21. olarak bitirdim. Güzel bir Pazar koşusu oldu ama bu yıla iyi başlamadığımı ve önümdeki altı ayın beklentilerini düşük tutmam gerektiğini görmüş oldum. Oysa ki geçen Aralık kendime üç hafta dinlenme ödülü verirken 2019’dan gayet ümitliydim. Evdeki hesap çarşıya asla uymuyor.

Organizasyon ekibi oldukça kalabalık ve gayretliydi, herkesin emeğine sağlık. Çip teslim, yarışın geç başlaması, anlık sonuçları görememe, çanta alanındaki kargaşa, etkinlik alanın yerleşim organizasyonu, bitiren madalyası ve tişört bu yılki koşunun eksileri. Su istasyonları, etkinlik alanının ikram çeşitliliği, ambiyans, gönüllüler, parkur da koşunun artıları. Organizasyonun gayreti açıkça görülüyordu, önümüzdeki yıllarda bizi çok daha iyi bir koşu beklediği aşikar.

Bu koşuya katıldığım için çok mutluyum, adanın kafamdaki olumsuz kodlarını bir nebze daha değiştirmeyi başardı. Koşu sonrası bir şeyler atıştırıp hemen kaçtığımız için de kendimizi şanslı sayıyorum zira turist kalabalığından çoktan afakanlar basmıştı.

İşittiğim bu geribildirimi aktarmazsam koşucu dostlara haksızlık olur. Orada gezinirken bir ada sakininin yüzlerce insan gelir de yere bir çöp atmaz mı hayret dediğini duydum, bu beni çok mutlu etti. Sevgiler, saygılar!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir