İlk defa geçen yıl 21K parkurunu koşmuştum ve o gün bugündür dört gözle beklediğim bir organizasyon Alanya Ultra Trail. Bu duruma sebep birkaç belirleyici unsur var. İlki Aralık ayında son koşumu yaptıktan sonra ben de kış uykusuna yatanlardanım, yarışlara katılmak yerine süre ve mesafeleri düşürerek aktif dinlenme fazına geçiyorum. Haliyle üç aylık bir aradan sonra insan koşmayı heyecanla bekliyor. İkincisi Mart ayının yumuşak havasında güneye inip güneşi denizi görmek çok güzel hissettiriyor. Baharı karşılamak için daha iyi bir yer düşünemiyorum. Özellikle bu koşu ile yıla başlamamın espirisi ise hem organizasyon hem de parkur efsane. Geçen yıl iyidi bu yıl çok daha iyi olmuş. Haliyle yazının gidişattan anlamışsınızdır bu yarış raporu biraz pekişmiş olumlu önyargıların iletilmesi gibi olabilir, yine de mümkün mertebe objektif olmaya çalışacağım. Parkurun ayrıntıları için

Haydi gelin koşuya!

Gündelik hayatta beni tanıyanlar bilir bir avuç dolusu kronik sakatlık ile koşuyorum. Bu halde 2018 yılını kazasız belasız iyi bir formda kapattım derken; tım…tım…mmmm…hmmm… İşte!İnsanın başına her ne gelirse fazla kurcalamaktan geliyor. Aktif dinlenme döneminde form kaybetmeyeyim derken hiç adetim olmamasına karşın spor salonuna yazıldım. Minik havuz, istastyon, eliptik ve normal bisiklet takılırım dedim. Oh mis! Nasıl koşuda teknik mühimse aynı şey bisiklet ve yüzme için de geçerli. 10 metrelik havuzda kurbağalama ve serbest stil gel git, üstüne de sadece dikey yönde ayarlanabilen salon bisikleti ile hali hazırda hassas olan bel kaslarımı zora soktum (bunu tabi ki iki ay sonra anladım). Ne güzel koşup zıplıyorum, aman aman ne güzel de formdayım derken gün geldi bacaklar yerden kalkmamaya başladı. Allah allah! Esne, dinlen, bir daha… Bir hafta koşuyorum, bir hafta koşamıyorum. Git gide ağrılar artmaya, farklı yerler problem çıkarmaya başladı. İki ay gibi bir sürede yokuş yukarı tam gaz koşmaktan düz yolda 5K antrenmanı 6 pace bitiremez hale geldim.

Bu durumu nelere yormadım: overuse, ayakkabıların yastıklamasını erken yitirmesi, insülin ve tansiyondaki oynamalar, depresif ruh hali… Hatta bir gün doktor arkadaşıma dert yanarken o da teyit etti, evet, Mümin, bütün bunlar bence depresyondan. Bir antidepressana başlamaya ne dersin. İyi güzel başlayayım ama ben öyle hissetmiyorum, hem depresyon kaç senelik arkadaşım, iyi tanırım, gelmiş olsa anlarım, dedim; bildiğimi okumaya devam ettim.

Tekrar tekrar denedim. Aynıydı. Bir ileri bir geri. Arkadaşların teşvik etmesi ile Çekmeköy Çamur Maratonuna gittim. Baktım bacaklar gidiyor, koştum. İyi de hissettirdi ta ki birkaç defa kaybolup yarışı bırakmaya karar verene kadar. Hevesle koştuğum son koşu oldu. Oradan Alanya Ultra Koşusu’na kadar geçen sürede üst üste iki antrenmanı yapamadım. Koşudan üç gün önce hatta ağrıdan soluğu fizik tedavi bölümünde aldım. Doktor arkadaşım koşma, şart değil dedi. Oradan radyolojiye, ultrason ile bakıldı: yırtık yok, aşilde biraz ödem var. Ben duymak istediğimi duydum. Hemen eve, sıcak, masaj, esneme….Havaalanından indim, otele yerleştiğim gibi sıcak, masaj, esneme…Yarış kitini aldım, otele dönüp sıcak, masaj, esneme… Eş dost ile sohbet ediyoruz, fırsat bulunca hotelde aynı kutsal üçlüye devam. Ergenliğin tekrarı, sadece eylem farklı.

Moralim eksi mi ekşi mi belli değil.

Hotelde, organizasyonların biricik neşe ve enerji kaynağı Team.Run.Bo ekibi ile karşılaşıyoruz. Ardından hemen yan dükkanda İnegöl köftesi yeniyor ve etkinlik alanına gidiyoruz. Hemen Kızıl Kule’nin önündeki alanda çadırlar kurulmuş, mini panayır havası var. İlk dikkat çeken şey başlangıç alanı fenerden kuleye çekilmiş. Kit dağıtımı Kızıl Kule’nin içinde yapıldı, çok güzel bir düşünce. Eşyalarımızı gösterip kitlerimizi aldık, brifing için restoranın oraya geçtik. Sunum için havanın kararması beklenerek brifing biraz geç başladı, o arada makarnalarımızı yedik. Türkçe, İngilizce ve Rusça şeklinde üç farklı dilde anlatılmış olsa da maalesef brifingde yine geçen yılki gibi hiçbir şey anlaşılmadı. Bunda gözlemlediğim iki temel faktör söz konusu: ilki ses düzeni, ikincisi katılımcıların da bunu umursamaması. Sunum bitti, doğum günü pastaları kesildi, evli evine, köylü köyüne dağıldı, karanlık çöktü… Ağrıdan dolayı canım sıkkın hotele dönerken PT akademi standından kinesio bant aldım, bir ihtimal ihtiyaç duyarsam diye. Marketten de bir bira alıp dolunaya karşı efkarlı efkarlı içtim. Bilmem kaç ay öncesinden ayarlayıp oraya kadar gelip koşamamak da vardı kaderde. Arka planda bağlama sesi olsaydı belki kendine acıma hastalığına tutulabilirdim ama buz gibi biradan mı dolunaydan mı bilinmez benim hala umudum vardı. Vurdum kafayı, yattım. Ama hotel çevresi ayakta, halayda, dansta… Evet, arkadaşlar, hotel tam eğlence kazanının merkezinde; çok hassas iseniz başka yerde kalmanızı öneririm. Zira ben öyleyim, sinek pırtlasa uyanır, sohbet emek için onu bütün gece ararım. Bu sefer öyle olmadı, yorgunluktan yarı uyanık yarı uykulu sabahı çıkardım.

İlk iş klasik haline gelmiş (bir dilim tereyağlı ballı ekmek) kahvaltımı yapıp ağrım ne durumda diye kontrol ettim. Hafif hassas idi. Hemen kremler sürüldü, masajlar yapıldı, esneme ve ardından güzelce temizleyip kinesio bantlar ile destekledim.

Ve start alanındayım… Üniversiteden dostlar ile ( Savgat & Çelebi) bir yandan sohbet muhabbet ederken diğer yandan da ısındık derken kaşla göz arasında süre geçti ve kendimizi geri sayarken bulduk. Bu kısım önemli. Malumunuz bizde birçok yarışta fotoğraf meraklıları en öne geçer sonra yürüyerek start alırlar. Isınma vesaire oyalanırken kendimi ortada buldum. Koşunun başlangıcı Kızıl Kule’nin yanından arnavut kaldırımlı dar bir yoldan yokuş yukarı şeklinde başlıyor, kaleye doğru dik patika ile devam ediyor. Ortada başlamak bu açıdan çok dezavantajlı oldu, ön grubu sadece start alanında görebildim. Yokuş yukarı koşarken geçecek yer bulmak imkansız gibi, ilk beş kilometrede açığı kapatmaya çalıştıysam da sadece yüksek bir nabız olarak faydası oldu. Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti…

Dar Arnavut kaldırmlı yol, ardından kaleye doğru dik teknik kısa bir tırmanıştan sonra yine kısa bir patika inişi, sonra beton merdivenler ve birkaç kilometrelik bir asfalt yol mevcut. Bu kısım hızınızı toparlamak için çok müsait. Sonra bir alt geçitten geçiliyor ve ilk CP. Benim kanaatim bu CP nin yeri biraz hatalı. Çünkü giderken zaten uğrama şansınız yok, daha başlayalı 5 km olmuş ve hız kesiyor. Dönüşte de yokuş aşağı abanmışsınız ve hop yine fren. Tavsiyem gidiştekini kaldırıp, dönüşte kumsalın oraya taşımak. İki CP bu mesafe için fazlasıyla yeterli. Üç CP için en azından minimum kap miktarı 500 ml’ye düşürülebilir.

İstasyondan çıktıktan sonra muz tarlalarının içinden geçip ana yola çıkılıyor. Bu noktadan sonra tırmanış başlıyor. Yol kısmı her ne kadar eğimli olsa da hala görece hızlı ilerlemeye elverişli, burada temponuzu çok düşürmeyin derim. Çünkü önünüzde bekleyen şey kesintisiz teknik tırmanış. Buradaki beş dakikayı orada telafi etme şansınız yok. Yavaşlamanız hızlanmanızdan daha olası. Parkurun bu kısmını ben çok seviyorum. Yer yer elleriniz kullanıp tırmanıyor, yer yer yürüyor, yer yer de koşuyorsunuz. Grafikte görünen ilk zirveden sonra ağaçlar gölgelik yapıyor ve asıl zirvedeki istasyona varmadan bir çeşme mevcut, ilaç gibi geliyor. Ön grubu yakalayamadığım için bu kısımları çokça yalnız koştum, çok keyifliydi.

İkinci CP ye az kala Ankara’dan bir koşucu arkadaş yanıma geldi, sohbet ederek yokuşu koştuk. Oyalanmadan CP de suları tazeleyip, yola koyuldum. İkinci CP’den sonra ağaçların arasından taşlıklı bir patika şeklinde iniş başlıyor. Sonra bir süre toprak yol. Sonra yine taşlık. Sonra toprak -asfalt yoldan yine şehre iniliyor.

Toprak ve asfalt haricindeki kısımlar ciddi iniş tekniği isteyen bir parkur. Kayalar ve taşlar üzerinde koşmaya aşina değilseniz mutlaka antrenman yapmanızı öyle bir imkanınız yoksa da bu kısımları temkinli geçmenizi öneririm.

Sıkı bir Hoka hayranı olduğum herkesin malumudur, bu kısımda sağolsunlar beni hiç utandırmadılar. Paldır küldür indim. İniş kısmında Mustafa Kukul ile yer yer birbirimize öncülük ettik, o yüzden çok rahat geçti. Geçen yıldan parkuru tanıdığım için hep enerjini sakla diye kendimi telkin ettim. İyi ki de öyle yapmışım. Üçüncü CP’den sonra yoldan geçip kumsala giriliyor. Bu yıl bir miting nedeniyle kumsal kısmı uzatılmış. Geçen yıldan farklı olarak deniz suyunun ıslattığı alan düz değil keskin biçimde dikti. Haliyle hep kuru kısımda koşmak zorunda kaldık. Yorgun bacaklar ile burası en çok zorlayan kısım oldu. Mustafa Kukul ile sohbet ede ede fazlaca kendimizi hırpalamadan kum kısmını bitirdik.

Alanya parkuru ile ilgili nükteli bir şekilde söylenebilecek şey tam da bitti dediğiniz yerde tekrar başlıyor. Çünkü kumsal sonrası kale tırmanışı var, Allah’ım n’olur bari akbaba olmasın dedirtiyor. Kumsalı söylenerek koştunuz, kaleyi görüyorsunuz, fotoğrafçılar az kaldı diyor… Tırmanıyorsunuz… Tırmanıyorsunuz… Enerjinizi buraya kadar iyi saklayın, hatta bu alanda bir jel bar neyse ondan alın çünkü zihin kale eşittir finish şeklinde kodluyor. Ama bitmiyor… Sanki ‘Genç Werther’in Acıları’ burada yazılmış. Tırmandığınız kaleden döne döne iniyorsunuz, bitmiyor… Ta ki görevlilerden biri son iki yüz metre diyene kadar… 3:34:31 gibi bir süre ile bitiş çizgisinden geçiyorum.

Koşu sonrası kendimi hunharca buz gibi bira ile ödüllendirdim, bu nedenle bir nevi duatlona dönüştü. Bu koşuda koşabilmek, ağrısız sızısız bitirebilmek benim için psikolojik açıdan çok önemliydi. Kronik ağrıların hortlaması, fazlasıyla canımı sıkmıştı ve neredeyse pes edip ara vermek üzereydim. Moral oldu.

Ahmet Arslan ve Argeus birlikte harika bir organizasyon yaratmışlar, uluslararası talep açısından ciddi potansiyeli olan zor ve keyifli bir koşu. Emekleri için çok çok teşekkür ediyorum, umarım ilerleyen yıllarda da bu şekilde devam eder. Bir aksilik olmadığı sürece bu koşunun 28K parkurunu tekrar koşmak istiyorum. Avrupa yarışlarına hazırlananlara da uzun parkurları öneririm.

Kocaman bir teşekkür de Team.Run.Bo ekibine, iyi ki varsınız. Koşular sizinle çok daha renkli…

Sevgiler, saygılar…

2 Replies to “2019 Alanya Ultra Keykubat Dağ Koşusu 28K Yarış Raporu”

  1. Bike says:

    2020’de de yine beraberiz di mi? Söz bu sefer biralar benden! Ayaklarına, nefesine, kalemine sağlık!

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir