Yaklaşık beş haftadır koşmuyorum, haliyle bir koşu raporu veya sporla ilgili yazı yazmam zor. Yazsam bile çok zorlama olur. Her Allah’ın günü Instagram’da bıkmadan yorulmadan gelecek beğeni beklentisi ile sırıtarak herkesi zinde tutmayan çalışan yaşam koçlarının egzersizleri gibi: ’’Bu basit hareketler ile karantinada çok kolay forma girebilirsiniz.’’ Girmesine gireriz de neden öyle bir şey yapalım? Koca bir ömür forma girme ihtiyacı hissedilmemiş, şimdi bu suni arz nereden doğdu? Biz sadece çok yiyerek zayıflamak istiyoruz, onu da yaz öncesi. Her sonbaharda mümkünse kilolarımızı geri istiyoruz. Zorlama demişken tencerelerde gerçekten ne piştiğinden habersiz binlerce online yaş mayalı ekmek, bilimum otantik ve vejeteryan lezzet tarifi veren hayatı çözmüş gurularımızın yaptığı gibi: ‘’Hazırlanışı çok basit, her evde bulunan avokado, yabanmersini ve hindistan cevizi…’’ Bu storyleri izlerken guruldayanlar da var… Ama önemli değil.
Fiziksel mesafe arttı, lanet olsun dijital olanı azaldı. Canım sıkıldığında sosyal medya hesaplarına girmeye korkar oldum. Sabah fırından çıkan kek börek ne varsa burnumun dibinde, gün boyu kanepe sporu, akşam da zoom ekran görüntüleri. Bu sıralamada bir şey yok ama bun yana yana yüzlerce, binlerce düşünün. Herkes aynı anda, zamanı en etkin ve en keyifli şekilde geçirdiğinin ispatı için uğraşıyor… Yüzlerce, binlerce maske gibi gülümseyen yüz… Ödümüz bokumuza karışmış, biri öksürünce kaçacak delik arayıp günler boyu sanrısal boğaz ağrısı çekiyoruz, yarın ne olacağımız belirsiz ama tek derdimiz başkalarını iyi ve ‘’verimli’’ vakit geçirdiğimize ikna etmek. Eskiden hiç kullanılmayan nesnelerle dolu vitrinler vardı salonların baş köşesinde. Kimi şeyler hiç değişmiyor.
Oradan kaçıp, bazen en büyük özgürlük kaçıştır, daha aklı başında hesapların bilgilendirme paylaşımlarını okuyorum. ‘’ Bu zamanlarda kendinizi üretken olacağım diye paralamayın, bu bir üretkenlik yarışı değil…’’ ‘’Kendinize vakit ayırın…’’ ‘’Bütün gün yatmayın yoksa depresyona girersiniz.’’ ‘’Yatmasanız da girersiniz.’’ ‘’Her şeyi doğru sıralamada yapmazsanız da depresyon size girer.’’ ‘’ Ama merak etmeyin belirsizlik bittikten sonra biz maaşınızın yarısına sizinle ilgileniriz, tabi bir maaşınız olursa.’’ ‘’Dışarı çıkamıyorsanız içinize dönün.’’ Modern zamanın en büyük endüstrisi: Mutluluk İçimizde. Eve tıkılıp kaldığınızda bile hala bir tüketim ürünü pazarlayabiliyor, kendinizi. Yıllar içinde samimiyetsiz bir dünyada zaten beş gram kalmış mutluluğunuzu da el yordamı arayacağım diye bağırsaklarınızın en dibine ittiriyorsunuz. Ama merak etmeyin onun da bir çözümü var. Bağırsaklarımızın bilmem kaçıncı beynimiz olduğunu ve doğru beslenerek, sizi besleyen organizmaların sayısını arttırabileceğinizi biliyor muydunuz? Probiyotik, prebiyotik, organik, gluten free… Bunu yaptığınızda mutlu olmasanız bile osuruğunuz kötü kokmaz. Nasıl olsa sabahtan akşama yapacak bir şey yok en azından ortam ferah olsun.
Cips yerken bunları okuyor olmam tabi bende suçluluk hissi uyandırıyor. Organizmalarımı ‘’doğru’’ ve ‘’kitabi’’ besleyemiyorum. Bağırsaklarımdaki bakterilere mükemmel ebeveynlik yapamıyorum, daha dün gece bira döktüm tepelerine. Düşünebiliyor musunuz gofret bile yedim. Aldığım üç kilo ile mükemmellik yarışında diskalifiye mi oldum ben şimdi? Ama benim Instagram storylerine layık borcamım yok. Bira alcam derken avokado almayı unutmuşum, sokağa çıkma yasağı var. Sosyal medya sosyalisti iken ama onların da para kazanması lazım deyip Getir’den sipariş veremiyorum. Yapamıyorum, olmuyor. Bana da öğretin. Nasıl yapıyorsunuz kuzum siz bütün bunları? Nasıl oluyor da dizi izlerken ‘’çav bella’’ diye bağırıp ekonomik sebeplerle hükümeti tam sokağa çıkma yasağı uygulayamamakla suçlayıp iki dakika sonra bir an önce işe dönmezsek batarız söylemi çekebiliyorsunuz. Siz hiçbir koşulda batmazsınız. İsteseniz de batamazsınız. Her daim zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkarsınız. Kırsal kökleriniz işçi sınıfı korkularını size devretmiş olabilir ama bir sınıfa ait değilsiniz. O yüzden bırakın kenar mahallede asgari ücretle geçinenler nasıl bu durumu atlatacak edebiyatını. Avokado yiyip smoothie içerek zaten beğeneceği önyargısı ile festival filmleri izleyerek olmayacağı kesin. Kendi tatlısu kaygı ve korkularınızı onlar üzerinden anlatmayı bırakın. Kendi lükslerinizi kaybetme korkusu ile her cümlede onları piyon gibi sürmeyi bırakın. Ve bir kez olsun samimi olun, bencil olduğunuzu kabul edin. Aslında kendiniz dışında hiçbir şeyi umursamadığınız gerçeği ile yüzleşin. Bir an önce yaşama değil alışık olduğunuz tüketim düzenine dönmek istiyorsunuz. İki saniyede bir söylem ve eylem değiştirerek sergilediğiniz mutasyon hızı virüsün başını döndürüyor. Gerçi bu bir çözüm olabilir. Belki, sayenizde, Covid19’u ticari bir meta haline gelme korkusu yok edebilir.
Tabi bu iş ne korku ne de dua ile olmayacağına göre vazife sağlık çalışanlarına, bilim insalarına ve emekçilere düşüyor. Biz de bekliyoruz, şimdiki zamana ait olmayan kaygılarla, sıcacık evlerimizde, karnımız tok, sırtımız pek; neredeyse dine dönüşmüş verimlilik ve başkasına beğendirme kültürü ile. Kek, ekmek tarifleri, kanepe sporları, zoom buluşmaları bir kenara, sonunda mutlu olacağım diye kasmadan belki aynanın karşısına geçip ben kimim diye sorup kendinle gerçekten tanışmak için iyi bir zaman olabilir. Evde senden başka kimse yok. Sorunun yanıtından utanmana da gerek yok, kimse duymayacak. Pandeminin doğanın bir cevabi söylemini paylaşırken dünyayı hiç umursamadan alışveriş yaptığınla başlayabilirsin. Ne kadar çöp ürettiğini hiç düşündün mü? Pandemi zamanı insanların çalışmaya zorlandığının bunun adeletsiz olduğu söylemini çekerken kendi çalışanlarına ne kadar adil davrandığını sor kendine. Ya da adaletsizlik için ne yaptığını? Hiç tanımadığın insanlara vicdanını rahatlatmak için kargo ile hediye gönderirken en yakınındakilerin halini hatırını hiç sordun mu diye düşün. Politik söylemlerde dilinden düşürmediğin işçi sınıfı için somut bir şey yaptın mı? Bir yerlerde kendi elinle diktiğin bir tane ağaç var mı? Yetişmesine destek olduğun bir insan? Vazife haricinde, başarılı görünmek veya beğenilme arzusu dışında, vicdanını rahatlatmanın ötesinde, hiç kimsenin görmeyeceğini, anlamayacağını, bilmeyeceğini düşünerek bu dünyayı güzelleştirmek için bir şey yaptın mı? Dinin, ırkın, cinsiyetin, mesleğinin peşinen giydirdiği elbiseleri çıkarıp hiç kendine çıplak baktın mı?
