Söz konusu koşu olunca benim için iki organizasyonun yeri apayrı. İlki, gerçek manada ilk patika koşusuna katıldığım Geyik Koşuları, diğeri de Alanya Ultra Trail. Herkesin hiç sıkılmadan izlediği filmler, dinlediği şarkılar, yediği tatlılar vardır ya ‘Macera Akademisi’nin ‘Belgrad Ormanı’nda düzenlediği ‘Geyik Koşuları’nın 14 K parkurunda koşmak da benim için aynı hazza sahip. Bunca sene, idmanlar dahil, belki yüzü geçmiştir koştuğum ama hala, biri gidip koşalım dediğinde sevinçle hazırlanıyorum. Bu sefer de kaptan Bike dürttü, kayıtlar iki gün içinde kapanıyor, emin misin, diye. 

Bu sene her konuda emin olmaktan bir hayli uzaktım, koşu özelinde aslında hazır değildim. En son geçen sene Aralık ayında bir yarış koştum ve o günden bu yana da hiç istikrarlı bir antrenman programı izleyemedim. Nüks eden eski sakatlıklar, bir şeyi düzelteceğim derken yenilerinin eklenmesi, bunun bir kısır döngüye girmesi, pandemide dişhekimliği icra etmeye çalışmak, memlekette diyalog zaten yeterince zor değilmiş gibi üzerine kaygı ve korku ile daha da komplike hale gelen ikili ilişkileri yönetmeye çalışmak hem fiziksel hem ruhsal enerji rezervlerimi tüketti. Bir ara doğalgaz bulundu denilince sevinir gibi oldum ama bir işime yaramayacağını anladığımda temel yakıt olarak bira ve şaraba geri döndüm. Yatırımım da bana göbek olarak geri döndü, win win… Üzerine salonda yaptığım antrenmanlar da eklenince, pantolonumun son düğmesi açtı kollarını ve bir daha birleşmedi. Me’ş’azını aldım kardeşim

Kademeli olarak tekrar idmanlara döndüm. Kademe dediysem tabi bir, iki, hop sekizinci vites gibi ilerliyordu program. Acayip işe yaradı, hemen kilo verip forma girdim, demek isterdim ama gerçek hayatta işler öyle yürümüyor. Hala mini bir sığır gibi ha bire yiyor ha bire de idman yapıyordum. Bira hiç içmiyordum, şarap da haftanın sadece altı günü. Bu işte bir yanlışlık var dedim. Kız arkadaşım da n’oldu, haftada yedi mi yapmalıyız dedi. Bir saniyeliğine mantıklı gibi gelse de, hayır, bundan sonra içki detoksuna giriyorum dedim. Pandemide, herkes bir başetme metoduna sardı: Kimi Netflix’e kaptırdı kendini, kimi koşuya, kimi sanata kitaba, Allah’ım ekşi mayalı ekmek görmekten gına geldi, kimi de işte şaraptı şalgamdı ne bulursa… Vallahi ne yalan söyleyeyim bu dönemde kitap okumak, bir şeyler çizmek hiç içimden gelmedi. Diziler iyi hoş da alkolden beter, yapımcılar bu işi çözmüş, osuruktan bir konu hakkında bile iyi dizi yapıp insanı yedi sezon ekran başına kilitleyebiliyorlar. Ağız açık gitti ömürden yetmiş saat. Ne etmiş

Zararın neresinden dönülse kardır hesabı, alkolü azaltıp, haftalık sekiz saat civarı idmanları alt sınır haline getirmeye başlayınca vücut da hemen ayak uydurdu, forma girdi. Göbek hariç. Bir süre beraberiz inşallah. İdmanlarda teknik çalışmaları arttırmanın faydasını da net gördüm, aşilimdeki hızlı hacim artışına bağlı zorlanmayı saymazsak genel olarak iyi hissediyordum. İyi dediysem de geçen senenin Zone 2’i bugünün Zone 4’ü oluverdi. 

İşte böyle yoğun bir idman haftasının ortasında kaptan, iki güne kayıtlar kapanıyor dedi. Eskisi gibi koşamayacağımdan fazlasıyla eminim ama diğer yandan da canım nasıl istiyor anlatamam. Kendime yandaş, suç ortağı arıyorum, biri belki dese dünden razıyım kendimi  ve onu ikna etmeye. Ama kimse gelmiyor. Kafada deli sorular, pandemide yarış koşulur mu? 

E’fem, işi gücü yüksek kontaminasyon riski altında çalışmak olan biri olarak diyebilirim ki gerekli önlemler alınırsa olur. Eminim ki hemen karşı argüman türetmeye başlayanlar da olur, sanki köşebaşında bu iş için bekliyorlar. Olmaz derseniz de bu sefer onlar olur diyecekler. Şöyle özetleyeyim, yaklaşık sekiz aydır sürekli günde iki gidiş iki geliş olmak üzere dört vasıta değiştirerek İstanbul gibi yoğun bir şehirde toplu taşıma ile işe gidip geliyorum ve başından beri kesintisiz hasta görüyorum. Tekrar etmek gerekirse yüksek devir ve basınç üreten cihazlar ile hastanın ağzının içinde çalışıyorum. Ve genel kanaatim, ateş, öksürük gibi bariz semptomlar sergileyen biri ile maskesiz yakın temasta değilseniz ve temel kaidelere riayet ediyorsanız bulaş o kadar da kolay değil. Hatta açık arazide daha da az. Maske, mesafe, süre… IBB de doğru önlemlerle bu işin yapılabileceğini Maraton’da gösterdi. Gösterdi de o parkur, o isim ne Allah aşkına! Vallahi ben Özzeybekler Hububatın yerinde olsam basarım parayı, Özzeybekler Nah Kolay İstanbul Maratonu olarak değiştirdirdim adını ama bu ara hububat üretimi düşük. 

Kendime yandaş bulamadım ama cesaret buldum ve 4K parkuruna kayıt oldum. Seçilen parkur mesafesi alınan kilo ile ters orantılı. Uzun mesafe koşmaya alışanlar, bu mesafeleri hep küçümser, burun kıvırırlar. Özünde her mesafe, hakkını vermeye çalıştığınızda ayrı bir zorluk taşır. Bu mesafeler de anaerobik bölgenin sınırında koşulur. Benim hiç alışık olmadığım bir koşu. Ve bu da yetmezmiş gibi parkurdan taze bilgi geliyor, tüm gün yağmurlu, yerler vıcık vıcık çamur. En sevdiğim. Heyecanım katlanıyor. 

Bu yarış benim için bir anda ekstra heyecanlı ve anlamlı bir hal alıyor. Çünkü, dostlarla birlikte 2018’de bir gönül kırgınlığından ötürü Geyik Koşularına gitmeyi bırakmıştık. Aradan geçen sürede hem koşu camiası içinde tecrübem, izlenimim arttıkça, hem de olayları başka perspektiflerden görme şansını elde edince, Macera Akademisi’ne gereğinden fazla eleştirel yaklaştığıma karar verdim. Bu nedenle yarışa katılmak benim adıma dolaylı bir özür dileme biçimiydi. Maalesef, çoğu zaman rasyonel eleştirinin tartısını kaybedip duygulara yenik düşüyoruz. Diğer dostlarım ne düşünüyorlar bilmiyorum ama ben kendi adıma mahcubum. Evet, aksaklıklar doğal olarak var ama kıyas yapma şansını elde edince, belki de bu işi profesyonelce yapan iki-üç organizasyondan biri diyebilirim. 

22 Kasım yaklaşırken benim aklımda tek bir soru vardı, hangi ayakkabıyı giyeceğim. Zemin aşırı çamurlu olduğunda tüm ayakkabılar aynı derecede kayıyor ve hantallaşıyor. İdeali 5mm üzeri seyrek ve sert dişli yere yakın ayakkabılar. Bizzat tanıyanlar bilir, sıkı bir Hoka hayranıyımdır. İşten gelen kedilere ve Hoka’ya gidiyor. Elimdeki mini repertuarda bu tanıma en uygunu Hoka Torrent modeli ama mesafenin kısa oluşunu da göz önünde bulundurup dişli pist ayakkabısı ile koşmaya karar verdim, Nike Rival Zoom D 10. Önde 6mm dişleri olan, sert plastik bir tabaka ve hafif yastıklama barındıran başlangıç seviyesi bir atletizm ayakkabısı. 

Ben bunların hesabını yaparken yeni korona tedbirleri duyuruldu. Dumur. Kısıtlamalar ve sokağa çıkma yasağı.  Acaba yarış yapılır yapılacak mı derken, Valilikten izin alınmış, sokağa çıkma saatlerine göre organizasyon uyarlamalar yapmış ve bize mesaj atmıştı. Kitler randevu sistemi ile HES kodu sorgulanarak dağıtıldı. Önden indirilen bilgilendirme formunda süreçle ilgili tüm teferruatlar ve semptomlara yönelik (ateş, öksürük, temas şüphesi v.b.) sorular mevcuttu. Etkinlik alanına ateş ölçümü yapılarak ve bu formlar teslim edilerek girildi. Herkese bir bileklik takıldı, bilekliği olmayanlar da etrafı bantlar ile çevrili etkinlik alanına alınmadı. Koşullar gereği ortak içecek-yiyecek standı, soyunma veya bekleme çadırı yoktu. Hiçbir ekstra etkinlik de yapılmadı. Alandaki kit dağıtımları mesafe gözetilerek yapıldığı için, kitini almayan çok varsa yığılma olur diye endişelendim, katılımcı sayısı az tutulduğu için herşey pürüzsüz ilerledi. 

Başlangıç alanına koşucular beyan ettikleri süre gruplarına göre kademeli alındı. Start ve finişte maske, buff veya bandana takma, işaret edilen alanda bekleme zorunluluğu vardı. Maalesef organizasyon kendi sorumluluklarını yerine getirse de bu kurallara uymakta direnen tek tük katılımcılar oldu. Anlık boş bulunma, dikkatsizlik gibi şeyler anlaşılabilir ama uyarıya rağmen direnmek bencilliğin ve umursamazlığın zirvesi gibi geliyor bana. Neyse ki diskalifiye edilirsiniz duyunca hizaya gelindi. 

Benim açımdan en zor kısım, başlama süreleri aralıklı olduğu için, 4K startı için yağmur altında beklemek oldu. Üşümemek için mümkün mertebe hareket etmeye çalıştım. 8K startı verildikten sonra da üzerimi değiştirmek ve ısınmak için arabanın yanına gittim. Yarım gündür akmayan zaman ben ısınmaya başladığımda göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Tuvaletten çıkmamla, yerlerinize geçin anonsunu duymam, startın verilmesi bir oldu. Tam bu noktada bir mola rica ediyorum. Hava o kadar güzel ve tatlı ki, fonda Lascia Ch’io Pianga çaldığını ve  Lars von Trier’in slow motion bizim startımızı çektiğini düşünün. Onlarca ayak çamura tüm gücüyle vuruyor, çekerken etrafa sular sıçrıyor. Nefes almaya çalışan ağızlar burunlar kayık. Kamera bana geliyor ve müzik yoğunlaşıyor, Lars amca ben burda napıyorum lan varoluş sancımı çok iyi yakalıyor. Bizim filmde pencereden düşen çocuk yok ama çamurdan kafayı kaldıramayan koşucu gırla. 

Daha evvel de dediğim gibi ben bu mesafelerin koşucusu değilim. Hele bu tombikto halimle en fazla Yiğit Özgür karikatürü olurum ama start almış bulunduk. 200 metre sonra ön grup aldı başını gitti. Ben de kontrollü bir çıkış yaparak ikinci grupta ilerledim. İkinci grup yavaş kalınca da hızı arttırıp kendi başıma kaldım. Ilk bir kilometre görece iyidi ama toprak yoldan patikaya girince macera başladı. Macera Akademisi eskiden bata çıka yarışlarını da organize ettiği için onlara garip gelmemiştir ama ilk defa koşmaya gelen olduysa vay hallerine. Bizden önceki gruplar ve koşucuların darbeleri ile çamur iyice gevşemiş ve vıcık bir hal almıştı. Hem basılacak yeri tayin edip hem de koşmak inanılmaz yorucuydu. İyi ki atletizm ayakkabıları ile gelmişim, hiç düşmeden koşabildim. Küçük bir sır, zaten o kadar hızlanamadım.  4K parkurunu daha önce hiç koşmadığım için benden 100 metre önde giden bir arkadaşı neredeyse yanlış yola saptırıyordum, sağolsun onun sayesinde parkurda kaldım. Gözümün önünde koca tabela varken bu hatayı yaptım, utanıyorum. Bir grup da 8K da kendi hataları ile kaybolmalarına rağmen utanmak yerine organizasyona çemkirmeyi tercih etti, etkinlik alanında pek de sportmence olmayan bir görüntü oluştu. Nihayetinde patika koşularında kaybolma riski hep var, hele ki haldır haldır önden giden grupta. Bu arkadaşlar da işaretleri karıştırıp daha sonra organizasyon ile ilgisi olmayan bir araç sahibine denk gelmişler, o da kendi bildiği yönü işaret etmiş. Netice olarak, bayağı tiz sesler ve bunları Instagram’a yazacağım tehditleri duydum. Bir modern zaman regülasyon mekanizması olarak sosyal medya… Adrenalin ve duygu ile her şey olur ama lütfen küsmeyin, koşun. 

Neyse efem, kaybolmadığımıza göre koşuya dönebiliriz diyeceğim ama benim akciğer kapasitesi düşmüş, haftanın yorgunluğu, aldığım ilaçlar derken koşamadım ki. En iyi olduğum iki alan bozuk zemin ve yokuşlar, avantaja dönüştüremedim. İnişte biraz durumu kurtarmaya çalıştıysam da kendi hedef sürem olan 20 dakikanın bir dakika otuz sekiz saniye üstünde genelde beşinci, yaş kategorisinde de birinci geldim. Yaşlanmanın avantajı, öyle ya da böyle ödüllendiriyorsunuz. İyi koştun amca, hadi iyisin! 

İyi de geldi. Her şeyin grileşmeye yüz tuttuğu bu senede, baharın o güzel renklerini görmek, yağmuru yüzümde hissettmek, çamurun kokusunu duymak, koşu virüsüne yeniden yakalanmak çok iyi geldi. İyi ki koşmuşum. Teşekkür ederim kaptan ve Macera Akademisi, bu kadar soru işaretinin olduğu bir dönemde birçok eleştiriyi göze alıp dört dörtlük bir iş yapmak ciddi profesyonellik ve özveri ister. Emeklerinizin karşılığı ödenemez, geçmiş yıllar için de özür dilerim. Seneye maskesiz görüşmek üzere… saygılar, sevgiler…

3 Replies to “Geyik Koşuları 4k 11/20 Yarış Raporu”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir