Yıl sonu, doğum günü gibi dönüm noktalarında istemsiz bir iç muhakemeye tutulurum. Diyalog genelde yaptıklarımı kıyma makinasından geçirmeye benzer ama zamanla bu kıymıklardan tekrar bir şeyler inşa etmeyi öğrendim, hatta bayağı keyif alır oldum. Bu sene, muhakemeye pek gerek kalmadı, zira pandemi, hayatın birçok yönü ile istemsiz sert bir yüzleşmeye sebep oldu. hayatımda bu yüzleşmenin bireysel etkisinden çok toplumsal etkisini hissettim. Çünkü benim gündelik rutinimin temel iskeletinde çok köklü bir değişiklik olmadı. Sabah kalktım, işe gittim. Bütün gün hasta bakıp eve geldim. Yolda kahvemi içtim ve ardından spora gittim. Günü, her zamanki kedi tarama ritüeli ile tamamladım. On yıl aradan sonra, tek tük de olsa Cumartesi günü çalışmamak iyi geldi, gözlerim ve kemiklerim dinlendi. Finito.
Yıllardır, bilinçli olarak daha korunaklı, az insanla bezeli, tekdüze bir hayat yaşıyorum. İnanın, diyalogtan hazza, nesnelerden aktivitelere, her şeyin bolca bulunduğu bu devirde bunu yapmak aktif çaba istiyor ve bir hayli zor. Ben buna İstanbul’da köy hayatı diyorum. Bu açıdan pandemi işimi biraz kolaylaştırdı diyebilirim.
Pandeminin yarattığı farkındalık özelinde konuşacak olursak ilk dikkatimi çeken şey: elimizde binlerce yıllık bilgi ve veri olsa da ilk tepki aşırı duygusal oluyor. En derinden geliyor, hayatta kalma refleksinden. Bu refleks ile ayakları yere sağlam basan insanların bile nasıl saçmaladıklarına, kendini koruma içgüdüsü ile insanların tüm o medeniyet örtüsüne rağmen ne kadar bencilleşebileceklerine tanık olmak beni en çok etkileyen şey oldu. Yıllar evvel, başka kültürden bir arkadaşımla Auschwitz’i ziyaret etmiştik. Orada da hissetmiştim bu evrensel utancı. Uygun koşullar altında en medeni insan, bir canavara dönüşebiliyor. İnsana olan romantik ümidimi yitireli çok olmuştu, bu nedenle aslında şaşırmıyorum ama pandemi döneminde aktif hasta bakmak bana bire bir çok şey öğretti diyebilirim.
İlk defa çalıştığım bir kurumla ilgili bu kadar gurur duydum. Fırtınalı zamanlarda süreci kiminle atlattığınız çok şeyi değiştiriyor. Sular durulduğunda, ne ilginç bir macera yaşadık da diyebilirsiniz, dalgalar boğmasa zaten ben boğacaktım da. Kimi insanlar mevcudiyetleri ile durumu zorlaştırırken kimileri kolaylaştırır. Bu bağlamda, yer yer çok eleştirsem de, çalıştığım kurumun idarecileri, mesai arkadaşlarım ve Didem, iyi ki sizlerle böyle bir dönemi geçirmişim.
Özel hayatımda da omnipotent yetiştirilmeye çalışılan her macır* gızanı gibi pandemiyi yalnız başıma göğüslemeye çalıştım. Ama kronik sakatlıklar ve haz kaynaklarımın tükenişi ile bu hiç de kolay olmadı. Ayaklarımı süreyerek dışarı adım attığımda Roni’nin, Ersavaş’ın, keptın Bike’nin, Cem’in eşlik etmesi ile kilometreler çekilir hale geldi. Hareket etmenin kendisi bir dinamo etkisine sahip. Bu Z raporunu yazarken özünde pandeminin nasıl geçtiğini ve bizi neyin motive ettiğini anlatacaktık. Amerikan rüyasının globalleşmiş versiyonunu yaşadığımız günümüzde motivasyon bence fazlasıyla abartılmış bir kelime. Hollywood filmlerinde de sık sık karşımıza çıkar: Genç biri New York’a gider, çok hırslı ve arzuludur, yırtına yırtına istediğini elde eder. Veya aksiyon filmlerinde bölük lideri, takım arkadaşlarına verir gazı, zafere varırlar. Gerçek hayatta bu işler pek de öyle olmuyor, bkz. Vietnam. Bazen hayatına devam edebilmek gibi temel dürtüler motivasyonun yerini alıverir ve daha kuvvetli bir itici güç oluşturur. Pandemi döneminde spor yapmak da benim için bir nevi öyle oldu. Tekrar tekrar gelen sakatlıkların üzerine kendimi disiplin ile boğmayayım derken kilo aldım. Siz spor bağımlıları hep böylesiniz diye takılanlar gerçek manada edilgenliğin nasıl daha güçlü bir bağımlılık potansiyeli olduğunu bence kavramamışlar. Hayatta etken konumda olmak, edilgen olmaya kıyasla inanın kat be kat daha zor bir iş. Önce o ilk adımı atmayı gerektirir. Sonra ikincisini. Ardından üçüncüsünü. Bilmem kaç bininciden sonra onca yorgunluğa rağmen bir adım daha atmanız gerekir. Ve bunu gazla, motivasyonla ancak bir bilemediniz iki kere yaparsınız. O da kendi tekrarına düştüğünde gazı kaçar. Ancak bilinçle bunu sürdürebilirsiniz.
İşten eve geldiğimde kız arkadaşım soruyor: Salona mı koşuya mı? Salona diyorum. Çok yorgun görünüyorsun, nasıl yaptığını anlamıyorum diyor. Nasıl bir irade bu? Aslında irade ile çok alakalı değil diyorum. İrade orada hep var olan, tek vücut ve değişmez bir şey değil. Binlerce deneme yanılmanın pragmatik bir sonucu. Evet, yorgunum ama fiziksel değil, mental. Ve üzerimi değiştirip salona gidersem yapacağım şeyin bana iyi geleceğinden adım gibi eminim. Bu nedenle yorgunluğumu ve isteksizliğimi bir bohça gibi yanıma alıyorum. Salonda bir sehpanın üzerine yerleştiriyorum. Basit hareketler ile ısınmaya başladığımda onlar da beni izliyor ve ‘Allah Allah biz buradayken o orada nasıl olabiliyor’ diye düşünüyorlardır. Hareket hareketi doğurur. Vücudum açılmazsa, gerçekten bir direnç varsa, egzersizi bırakıp ve bir çikolata alıp eve gidiyorum. Nasıl olsa yarın tekrar deneyebilirim. Açılımaya başlarsa ve motivasyon, istek gibi uçucu gazlar da olaya dahil olursa ne ala keyfini çıkartıp aşırı idman ile kendimi sakatlamamaya çalışıyorum. Günün sonunda, birçok orta sınıf meslek sahibi gibi enerjisinin büyük bir kısmını insanlar arası iletişime harcayan ben, iştekinin tersine zihnimin dinlenirken bedenimin çalışması için bir fırsat yaratıyorum. Denge.
Denge deyince kainatta bizim algıladığımız biçimi ile bir şeye karşılık başka bir şey gibi doğrusal bir denge unsuru yok. Daha komplike ve kaotik bir denge hakim. Bizler de hem biyolojik hem de ruhsal varlıklar olarak kainatın mini temsilleriyiz ve kendi içimizde bu dengeyi tahsis ettiğimizde türbülanslardan en az düzeyde etkileniriz. Bir keşiş gibi hiç kımıldamadan meditasyon yaparak da bu dengeyi arayabiliriz veya yaşamın en temel unsuru olan hareket ile de. Ben her şeyin yeri ve zamanı olduğunu düşünüyorum. Eğer yeterince uzun yaşarsam, geçmişte yaptıklarımı oturup düşünmek için bol bol zamanım olacak. Şimdilerde, gün içinde fazlasıyla hareketsiz kalan vücudumu, hala yapabiliyorken elimden geldiğince koşturmak istiyorum. Meditasyonumu da kedilerimi tararken ya da elimde kahve bardağım ile hayallere dalarak yapıyorum.
Önümüzdeki yılın, motivasyon bekleyenlere motivasyon, huzur arayanlara huzur, sevgi bekleyenlere sevgi getirmesini temenni ediyorum. Ama yine de lütfen sadece beklemekle kalmayın, siz de bir adım atın.
*Macır, aslı muhacır, biz öyle demeyi tercih ederiz.

İlham verici bir rapor oldu 👌🏻👌🏻👌🏻
Buna sevindim dostum.
Sen hep ilam verici bir adamsın dostum zatenn 🖐️🏆
Teşekkürler Hakan 🙂
Cok guzel bir anlatım.Sade net ve dolu.Tebrikler
Teşekkür ederim 🙂
“sehpanın üzerine yerleştirilen yorgunluk, isteksizlik… Gel de isteme sonra! ”
Muazzam bir yazı olmuş. Fikrine zikrine sağlık
Teşekkür ederim dostum