Bu yarış raporunu yazmayı açıkçası pek düşünmüyordum, anlatacak bir şeyimin olmamasından değil, sanırım, son dönemde, anlatmaktan çok yoruldum. İşte, evde, arkadaş çevresinde, dijital mecrada hep bir anlatma, açıklama çabası. Kelimeler çeşitlenip zenginleşse de anlatı hep tekil kalıyor, bir monologlar dünyasında yaşıyorum, yoruldum. Bu yorgunluk beni eyleme daha da odaklanmaya sevk etti. Son dört beş ayımı idman çeşitliliği ve zenginliği açısından iyi geçirdiğimi düşünüyorum. Yeni bir şeyler deneme şansı elde ettim ve işe yaradığını düşündüğüm için bu yarış raporuna entegre ederek aktarmak istedim. 

Alanya Ultra Trail organizasyonunun bende yeri apayrı, sanırım koşmaktan sıkılmayacağım ender parkurlardan biri. Bu işin mimarları Ahmet Arslan ve Argeus’u ne kadar tebrik etsek az kalır. Uluslararası düzeyde en üst seviye bir organizasyon, işin içinde müthiş emek, özen ve tecrübe var. Şayet henüz katılma şansını bulmadıysanız, ertelemeyin derim. İleride bu organizasyona kura ile katılmanız gerekebilir, benden söylemesi. Henüz hak ettiği ilgiyi bulabilmiş değil ama eli kulağında. Birkaç seneye uluslararası arena da boy gösterecek. Bu arada bunun sebebi, abi doğa çok güzel gibi klişeler değil; inanın doğa dünyanın her yerinde kendine has güzelliklere sahip. Katılımcıları büyüleyen şey deneyimin kendisi, dağ, taş, bayır değil. Gide gele Mont Blanc bile yavan gelir ama orada yaşadığınız duyguları asla unutmazsınız. 

Benim de AUT Keykubat Mountain Run parkuruna üçüncü gelişim. İlkinde henüz yeni koşmaya başlamıştım, ikincisinde de yarış sabahına kadar koşup koşamayacağım belli değildi. Bu sene de OCC’ye hazırlık idmanlarının arasına girdi, bir aylık program modifikasyonu yapmak zorunda kaldım. Haliyle pek hazır değildim. Bunda son bir aydır boğuştuğum sağlık problemleri, özel hayat meseleleri ve düzenli alkol tüketiminin ciddi bir rolü var. Sizi bilmem ama ben 2020’yi bile mumla arar oldum. Bir gün eve geldiğimde, kanepede, kutup ayısını bornozu ile beni beklediğini görsem hiç şaşırmam. Ne içersin diye sorar yanına geçerim…

E’fem, gelelim hazırlık safhasına. Geçen sene ikinci yarısında her şeyi sakin sakin en baştan yapılandırmaya karar verdim. Birincil odağım teknik, ikincil odağım da hacim olacaktı. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle, koşuyu haftanın beş gününe sığdırmam gerekiyordu. Nitekim, haftada üç gün yirmi kilometre ile başlayan idmanlar, haftada altı gün ve birçok idman çeşitliliği ile gelişti. Açık konuşmak gerekirse, her şey tam istediğim gibi gidiyordu. Aylarca sadece base koşu idmanı yaptım, sıfır interval, sıfır uzun koşu. Denge, postür ve güç idmanlarına eş ağırlık vermeye çalıştım. Biraz daha kendimi iyi hissettiğimde en fazla 20K olmak üzere birkaç uzun koştum. Önermem de şöyleydi: Ortalama bir amatörün yoğun idman haftası üzerine 30K ve 40K uzunlara çıkması, faydalanımdan çok zarar getirir. Çünkü antrenmanların birincil kuralı, toparlanabildiğiniz ölçüde yüklenebilirsiniz. Dört beş ayda bir elli kilometre civarı yarış koşacak bir amatörün her hafta, tek seferde otuz üstü uzun idman yapması gereksiz bir risk faktörü olduğunu savunuyorum. Birçok yarışta da bu önermemi teyit etme şansım oldu. Haftada 80-100k koşup hiç görmediğim tempolarda idman yapan arkadaşlarımın birçok arazi yarışında gerilerde bitirdiklerine tanık oldum. 

Velhasıl bu prensiplere bağlı kalmaya özen göstererek idman yaptım. Ve farklı olarak yaptığım şey ise, umarım buna hazırızdır, altı aydır hiç esneme yapmadım. Son dönemin çok tartışmaya açık başlığı. Esnemek faydalı mı, zararlı mı, gerekli mi… Benim ilham kaynağım Tom Myers ve Amerika menşeili bir PT olan Naudi oldu. Önerme çok basit: Kaslara ve eklemler doğru açı ve pozisyonlarda fonksiyon görürse vücutta bunu dengeleme ihtiyacı yani kompenzasyon gelişmeyecek. Fasya ve kaslardaki esnemeyi de bizzat doğru hareketin kendisi sağlayacak. Hipermobilite, statik esneme hareketleri ve bunların yarattığı gerilim ve fonksiyon bozuklukları ile ilgili şahsi görüşümü başka bir yazıda aktarmıştım, o yüzden tekrar değinmeyeceğim. 

Yoğun iş temposundan sonra koşu öncesi ısınmalarımı Theragun ile yaptım. Beş veya on dakika gibi bir süre genelde hazırlanmama yetti. Şu an için en büyük vazgeçilmezim. Koşu sonrası kısa bir mola verip düşük yoğunluklu güç ve denge idmanları çalıştım. Bu idmanların da faydasını şöyle gördüm, eskiden yüksek yastıklamalı ayakkabıları asfalt için zorunluluk gibi görürdüm, şimdi ise en sevdiğim ayakkabı önceden pek yüzüne bakmadığım Saucony oldu. Yerde kalma süresi azalıp stabilite ve kasların entegre kullanımı arttıkça ayakkabının önemi azalıyor.  Yüksek darbe oluşturan interval gibi idmanlar yerine de sakin, teknik, eğim idmanları yaptım. 

Neredeyse tüm Team Run Bo ekibi olarak geldik Alanya’ya. Kaptan Otel’e yerleşir yerleşmez güzel havayı fırsat bilip attık kendimizi dışarıya. Bizim için direk kıştan yaza geçiş oldu. Alanya güneşi bir sonraki gün olacaklar için göz kırpıyordu. Oysa biz önden gidenlerin uyarıları ile ne olur ne olmaz diye kışlıkları bile getirdik. Geç kahvaltı, kit alımı derken bütün gün Alanya sokaklarında gezdik ve mütemadiyen bir şeyler yedik. Dostlar ile hasret giderip sohbet ettik. Akşam çökünce ben müsade isteyip odama kaçtım. Erken yatıp uyuma şansım olmadığını biliyordum ama yine de odaya gidip ayaklarımı dinlendirmek istedim. Normalde de uykum pek hafiftir, sinek osursa uyanırım ama iyi uyku için Kaptan Otel de mükemmel yer sayılmaz. Kaç senedir bir daha burda kalmam diyorum ama kafa kalın, geç öğrendiğimden olacak gene dönüp dolaşıp kendimi orada buluyorum. Duvarlar kitap ayıracı gibi, yurdum insanının genel görgü anlayışından zaten bahsetmeye hiç gerek yok, kuğu gölü balesi bizim içi yazılmış. Bütün hafta iyi uyuduğum için bunu dert etmedim. Ekipmanımı hazırlayıp uyanık vaziyette dinlenmeye çalıştım. 

Yaş gruplarına göre dalgalı start yapılacağı duyumu aldığımız için sabah alana inmek için acele etmedim. Theragun ile bütün kaslarımı tek tek ısıtmaya koyuldum. On dakika kala da başlangıç alanına indik. Ersavaş ile muhabbet ederken ne göreyim, start alanı full ama yaş grubu hak getire. En önde iki tane elit sporcu hemen ardı instagram veya sponsorların destekledikleri, onların ardında da ‘diverse’ bir kitle. Bir yandan görevli arkadaş alana kimseyi almam, sayı tamam diyor, diğer yandan önden arkadan birileri geçip poziyon alıyor. Bu tabloyu görünce maalesef bende yelkenler suya indi. Artık garantili bir şekilde biliyordum istediğim gibi koşma şansımın olmadığını. Ön grubun büyük kısmı, ilk çıkıştaki dar patikayı tıkayacaktı. Nitekim de öyle oldu.

İkinci grupta Alper Adaş ile start aldık. Beraber gidelim diye onu teşvik etmek istedim, zira birinin desteğine ihtiyacım vardı. Alper, sen git deyince, kendimce hızlı bir çıkış yapıp durumu telafi etmeye çalıştım. Parkurun ilk kısmı kaleye doğru sert bir tırmanış içeriyor ve maalesef bu kısımda çok gereksiz hamleler yaparak grubun sağından solundan ilerlemeye çalıştım. Kısmen işe yaradı, kısmen de hiçbir işe yaramadı. Çünkü düzlüğe geldiğimde önümde kimseyi göremiyordum. Beraber koştuğumuz arkadaş sohbet etmeye çalıştıysa da nabzımı yönetemediğim için sessiz kalıp meşhur tırmanışa geçtim. 

Parkurun bu kısmı gerçekten efsane. Toprak yol koşularına katılıp da patika diyenlerin afalladığı bir yer. Kısa bir asfalt segmentten sonra kayalar arasından sıkı, uzun ve yer yer teknik bir tırmanış. Bu yarışın en belirleyici iki yerinden biri. Şansızlığımıza, aniden ısınan hava işi biraz daha zora soktu. Kendi idman yaptığım tempoda ilerlemeye çalıştım. İlk zirveye yaklaşırken bir sportmenlik ve centilmenlik örneği olan Hakan’ı gördüm ve şaşırdım. Kısa bir sohbetimiz oldu. Şanssız bir gün geçiriyordu, onun adına üzüldüm. 

Bir yandan kalan suyumu diğer yandan da nabzımı gözetmeye çalışarak yabancı koşuculardan birini yakaladım ve onun peşine takıldım. Asıl zirveye bir kilometre kala takibi bırakıp gücümü korumaya odaklandım. CP’ye planladığımdan daha erken girmiştim, inişi daha kontrollü yapabilirim diye aklımdan geçirdim. Suları fulleyip hiç oyalanmadan yola koyuldum. Maalesef parkurun bundan sonraki kısmını kim nerede, kaç kişi bilmeden yalnız başıma koştum. Toprak yol kısmında motivasyon eksikliğinden bir ara sebepsiz yere yürümeye başladım. Müzik dinleyerek modumu yükseltmeye çalıştıysam da olmadı. İnişin bitimine yakın 17K koşucularını görmek beni mutlu etti. Son CP’de 28 parkurundan birilerini görünce de tekrar yarışma hissi geri geldi. Kontrollü bir şekilde asfaltta arkalarından takip edip yavaşça kumsala geçişte önlerine geçtim. 

Parkurun en kırıcı ikinci yeri. Birkaç adım attıktan sonra bile eyvah dedim içimden. Şansıma tırmanışta önümde giden sporcu tekrar kumsalda da beni geçti ve farkında olmadan bana müthiş biri iyilik yaptı. Onu siper ederek parkuru uzunlamasına görmediğim için zihnen kırılmadım hem de gücümü koruma şansım oldu. Bence bu segmenti güçlü bir şekilde geçmek bu parkurun en can alıcı ikinci noktası. Kaleye doğru tırmanmaya başladıkça yarışı hedeflediğim süreden önce bitireceğim için sevinçliydim. Tam o sırada sevgili dostumuz Gio’yu gördüm ve ağzım açık kaldı. Benim tahminlerime göre yarışı en az yirmi dakika önce bitirmiş olmalıydı. Bence yerellerden yarışın açık  ara favorisiydi. Onun da başına bir iki talihsiz durum gelmiş. Beni devam etmem için biraz yüreklendirdi. Bir yandan alt bacaklarımdaki kramplar ile boğuşurken diğer yandan da bir an önce bitirmek için son gücümü kullandım. Önceki seferlerde bitmek bilmeyen kale inişi göz açıp kapayıncaya kadar bitti. En son sudan geçip son düzlüğe çıktığımda yarış bittiği için çok mutluydum. 

Bitiş çizgisini geçtikten sonra Elçin, senden önce birkaç kişi geldi dediğinde şaşkındım. Sıcak hava, yorgunluk ve hedefe varmanın getirdiği boşluk hissi ile ne söylediğini tam anlamadım bile. Biraz oyalandıktan sonra otele gidip duşumu aldım ve organizasyon alanına geri döndüğümde Alper’den üçüncü olduğumu öğrendim. Benim için ciddi sürpriz oldu. Belirgin bir rekabet unsuru olmadan, kimin nerede, kaç kişi olduğunu bilmeden koştuğum ilginç bir yarış oldu. Belki de onun rahatlığı veya start çizgisindeki öfkeli çıkış bu sonucu getirdi. Benim için en büyük kazanım, ağrısız sızısız ve hedeflediğimden erken bitirmek oldu. Bir diğeri de mental olarak tükenmenin getirdiği ruh hali ile son dönemde artan alkol tüketiminin doğru idman yapıldığında amatörler için pek de bir anlamı olmadığını keşfetmek. Şaka ile karışık son dönemde çok bu tarz paylaşım yaptım, ayıplayanlar, sporla bağdaştıramayanlar çok oldu. Nitekim insanız, kanlı canlı, duyguları olan varlıklar. Bana sorarsanız hangisi daha mühim: Spor performansı mı, ruhsal sağlık mı? Tabi ki ruh sağlığı derim. Kırkını geçmiş, tam zamanlı bir işte çalışan bir adamın, lokal bir yarıştaki performansına aşırı anlam yüklemek saçma. Böyle zor zamanlarda Roni’nin iki birası ile düşecekse de düşsün. Pandemide binbir mental, sıhhi ve duygusal zorluğa rağmen diş hekimliği yapıyoruz, bunun yanında arazide koşmak ne ki? 

Velhasıl, benim gözümde sportmenlik böyle kalem gibi dört dörtlük olmakla eşdeğer değil. Şeffaf, samimi ve herkesle adil koşullarda, centilmence rekabet etmekle ilgili. 

İlerleyen yıllarda da Alanya’da görüşmek üzere, sevgiyle sağlıkla kalın. 

PS: Tüm Team Run Bo ekibine, tanıdığım en güçlü kadın kaptan Bike’ye, söylenmelerime bıkmadan katlanan Ersavaş’a, çay ve motivasyon için Gio’ya, biralar için Roni’ye, pandemide bizi güvenle koruyan Medamerikan ailesine teşekkür ederim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir