Geçen gün çok yakın bir arkadaşımla spor üzerine sohbet ediyoruz, alttan alttan bir misyoner edasıyla onu da klana katmaya çalışıyorum. Amacım, herkes hareket etsin, sonra ben kanepede yan gelip yatayım. Ne öyle hamster gibi sabah akşam koştur dur… Hem niye koşuyoruz ki? Milyonlarca yıl boyunca alet edavatlar üreterek, teknolojiyi geliştirerek daha konforlu bir yaşam için evrimleşmedik mi? Hem evet, hem de hayır.
Dünya genelindeki kentsoylu nüfusu çıkarırsak, sanayileşme ve teknolojinin hem kronolojik açıdan hem de coğrafi açıdan asimetrik dağıldığını kabul edersek, çok fazla değil, şundan elli, bilemediniz yüz yıl öncesine kadar ortalama bir birey gün içerisinde günümüz Homo urbanus’una göre çok daha fazla fiziksel efor sarf etmek durumundaydı. Hayat bu denli korunaklı değildi. Enerjiden yoğun işlenmiş gıdaya erişim yok denecek kadar azdı ve buralar hep dutluktu. Tarihi kanıt niteliğindeki fotoğraflar tersini söylese de İstanbul’un bir zamanlar yeşil olduğuna inanan da çoktu.
Hele bir de sanayi devriminden öncesine gidersek, homojen bir ortalama birey profili çizmek mümkün olmasa da, kırsalda yaşayan bireylerin beslenme ve yaşam şekilleri yüzlerce hatta binlerce yıl genel ölçekte aynı kaldı: Endemik tarımsal ürünler ve hayvansal gıdalar. Gıdaya erişim frekansı ve içeriği Homo urbanus’tan çok çok farklı. Getir deyince getiren bir uygulama olmadığı gibi istek üzerine yağsız sunulan tek şey de engizisyon veya coğrafi konuma göre padişah kazıkları idi. Maalesef bu kazığı hiç beğenmedim gibi bir rating uygulaması da henüz icat edilmemişti. Şansa küsmek lazım, coğrafya kaderi insanın.
Bundan biraz daha geriye gidersek, bu noktada sürekli eli ile gel gel işareti yapan bir İspark görevlisi hayal edin, yaklaşık on veya on iki bin yıl önce, ben diyeyim Mezopotamya siz deyin Afrika’da bir kabile reisi tarla açılışı yapıyordu. İnsanlık için büyük bir adım, kainat ölçeğinde tın tın tın… Neolitik devrim ile birlikte insanın beslenme ve hareket alışkanlıkları da çok değişti. Enerji tüketimi açısından bakıldığında tarımla uğraşmak da ciddi efor gerektiriyordu. Avcı toplayıcıya göre en büyük kazanımı öngörülebilir olması ve sürekli besin için yer değiştirmesine gerek kalmaması. E madem öyle yerleşelim buraya. Bu yerleşme ve iş biçimlerinin değişmesi ile hareket biçimleri de evrimleşmeye başlıyor. Daha öncesinde ekseriyetle bir şeyi avlamak, atmak, bir yere tırmanmak veya yürüyüp koşmak gibi çokça sagital düzlemdeki hareketlere yük kaldırmak, taşımak, kesmek biçmek, ince ilerle uğraşmak gibi transvers düzlem hareketleri ve alışık olduğu limitlerin üzerinde kompresif kuvvetler ekleniyor. Çünkü tarım toplumu ile birlikte beden iş üreten bir makineye dönüşüyor.
Benzer keskin bir dönüşümün bundan beş ila sekiz milyon yıl önce quadrupedal sistemden bipedal siteme geçişle olduğu düşünülüyor. Dengeli, güce dayalı dört destekli sistemden, stabilitenin güç olduğu ama buna karşıt daha zengin hareket çeşitliliği sunan iki destekli sisteme geçiş belki de insanlık tarihinin en önemli ayaklanmasıdır. Hız ve güçten taviz verip endürans ve beceri geliştirmiştir. O zamanlara ait Strava kaydı yok ama, bundan iki veya üç milyon yıl önce, H. erectus’un gıda bulmak için günde 20 km kadar hareket ettiği düşünülüyor. On kilometre koşup selfie atanlara duyrulur…
İki yüz yıllık sanayi, on bin yıllık tarım insanını çıkarırsak, atalarımız milyonlarca yıl endüransa dayalı bir yaşam şekli sürdürdüler. Gıdaya ulaşmak için saatlerce efor harcaması gerekiyordu. Her daim erişilebilir olmadığı için de fazlasını yağ olarak depolamaya programlandı. Güce dayalı hareket sistemleri olan diğer primatlara göre hep bir miktar daha fazla yağ oranına sahip olmaları bu varsayımla destekleniyor. Düşük gıda erişimine rağmen avcı toplayıcı insanın günlük enerji tüketiminin, erkeklerde 2600-3000 kcal, kadınlarda 2000 -2600 kcal olduğu tahmin ediliyor. Günümüz insanı için ortalamada, kadınlar için 1800-2400 kcal, erkeklerde 2000-3000 kcal olduğunu düşünülüyor. Beslenmenin içeriğine bu yazıda girmeden kabaca baktığımızda H. urbanus daha fazla gıdaya düzenli eriştiği halde daha az yakıyor. Enerjinin büyük bir kısmı da vücudun fonksiyonlarını karşılanmasına (1200-1500 kcal) ve kognitif fonksiyonlara (300-500 kcal) gidiyor.
İnsan hareketinde bir devrim daha, sagital, transvers derken durağan kompresif. Modern şehir insanı gününü, çoğunlukla oturarak veya kısıtlı alanda ayakta dikilerek geçiriyor. Hareketleri daha ince, spesifik ve çoğunlukla büyük kas gruplarını içermiyor. İş üretme biçimi de ağırlıklı olarak zihinsel, inanmak güç olsa da öyle, birçok farklı formda sorun çözüp uygulamak şeklinde. Beyin tek başına total enerjinin beşte birini yakabiliyor ve farklı yönde alışmadıysa, inanılmaz derecede glikoz bağımlısı. Günümüz insanının oturduğu yerden, hiç hareket etmeden üç dört saatte bir acıkmasının temel nedenlerinden biri bu ilişki. Çünkü beyin hücreleri artmış sorun çözme ihtiyacını karşılayabilmek için daha fazla yakıta ihtiyaç duyuyor. Kabaca, karaciğer ve pankreas kandaki şeker seviyesini yenileyemediğinde açlık hissi geliyor. Herhalde insulin direnci lafını duymayan kalmamıştır, A’dan Z’ye neredeyse herkeste var. Gündelik sohbette, kime sorsanız, onların ailede genetik. İşin aslı ise maalesef birazcık farklı. Teknolojik ilerlemeler ile toplumda sağkalım oranı arttığı için kimi metabolik hastalıkların görülme sıklığının da arttığı düşünülüyor ama günümüz toplumlarındaki bu denli yüksek oranları ancak beslenme ve yaşam şekli ile açıklamak mümkün. 2010 verilerine göre Türkiye’de obezite %30,3 civarında (kadınlarda %41, erkeklerde % 20,5).
İşin şöyle ironik bir kısmı var, vücutta ihtiyacından kat ve kat fazla enerji, milyonlarca yıllık refleks gereği, yağ olarak depolanmış vaziyette bekliyor ama vücut bunları etkin olarak kullanmaya programlı değil. Tonla dizel yakıtınız var ama aracınız benzinli gibi düşünebilirsiniz.
Geçenki ‘Z Raporu’ yazımda kainattaki ve onun küçük temsili olan bedenimizin kompleks dengesinden bahsetmiştim. Yukarıdaki denklem özelinde baktığımızda bedenimizde bu dengeyi tahsis etmek aslında sanıldığı kadar zor değil. Bu bolluk içinde hiçbir şeyden gerçek manada haz alamayan günümüz insanının kendini yemekle boğmak istemesi şaşılacak bir durum değil. Haliyle ilk adımda boğazdan kesmek mümkün değilse bile büyük kas gruplarını tekrar harekete geçirmekle başlanabilir. Adım adım, bedeninizin ve ruh halinizin nasıl değiştiğine tanık olacaksınız. Vücudunuz çalışırken zihniniz dinlenecek. Önemli olan bu noktaya bir günde gelinmediğini hatırlamak, yavaş ve sabırlı olmak. İnsan vücudu inanılmaz bir adaptasyon kapasitesine sahip yeter ki konuştuğu dili doğru anlayın. Hemen, şimdi, gibi günümüz kültürüne ait söylemler, söz konusu doğa olunca pek bir işe yaramıyor. Tabiatın konuştuğu dil sabırdır.
Bir gazla haldır haldır egzersize ve diyete başlayıp, on beş milyonluk şehirde diğer insanlarla olan ilişkilerinizde alıştığınız gibi, vücudunuzun gereklerine saygı duymazsanız kendinize zarar vermeniz daha olasıdır. Kas-iskelet sisteminiz, postürünüz, göbeğiniz, kalp-damar sisteminiz bir günde o hale gelmedi haliyle bir haftada da Hollywood karakterine dönüşmeyecek. Sabırlı olmak, bilinçle ve bedeninize, kendinize saygı ile bu süreci deneyimlemek önemli.
Sporla ve sevgiyle kalın,
Yine bilgi dolu, çok keyifli bir yazı olmuş. Eline sağlık hocam